Altın gözlü kız ve Balzac
19'uncu yüzyılın ikinci çeyreğindeyiz. Genç adamın adı Honore. Aile adı Balzac. Ama unutmayalım, genç Honore Fransa'nın soylu ailelerinden olan Balzac'lara mensup değil. Adı ve soyadı arasına eklenen 'de' edatı sonradan ediniliyor. Hayata tutunmaya çalışan bu genç sanatçı, haciz memurlarının ziyaretlerinden fırsat buldukça, dev bir eser üzerinde çalışıyor. Adını Dante'nin İlahi Komedya'sına nazire yaparak İnsanlık Komedyası koyduğu bu eserin henüz başı ve sonu belli değil.
Honore de Balzac, babası gibi bir taşra avukatı olmak istemediğinden ailesinden ayrılıp başkente gelmiştir. Daha 20'li yaşlarındayken onlarca hikâye yazmış, fakat hiçbiri eleştirmenler tarafından beğenilmemiştir. Matbuat işlerinden uzaklaşmaya da gönlü elvermediğinden küçük bir matbaa imalathanesi kurup yayıncılığa başlar. Bu işte yazarlıktan da az başarılı olur.
Balzac, teselliyi metreslerinin kollarında bulur. İlk metresi, Honore'yle yaşıt oğlu olan yaşlı bir kontestir. Onu bir anne gibi koruyup kollar, borçlarını öder ve harçlık verir. İkinci metresi, Balzac'ı yakışıklı ve güçlü bir erkek olduğu için değil meşhur olma istidadı olan bir yazar olduğu için seven, edebî aslan avcısı bir 'markiz'dir. Genç yazarın sonradan yazdığı bütün eserlerde bu kadın aşağılayıcı bir tarzda resmedilir. Üçüncü ve son metres en kıymetlisidir. Balzac, onun uğrunda deli divaneye döner, hatta sağlığını kaybeder. Tam bütün engelleri aşıp evlenmeyi başardıklarında anlaşır ki aralarındaki aşk bitmiştir. Çünkü uğrunda yıllarca peşinden koştuğu kadının serveti zannettiği kadar fazla ve borçları zannettiği kadar az değildir. Fakat ne yazık ki iş işten geçmiştir.
Honore de Balzac'ın aşk ve iş hayatı hiçbir zaman yolunda gitmemiştir. İlginç olan şudur ki; aynı Balzac, çalkantılar ve bocalamalar içerisinde oradan oraya savrulmasına ve kararsızlıklar içerisinde bocalamasına rağmen meşhur ve büyük bir yazar olma arzusunu kaybetmemiştir. 1829 yılında borçlarını ödemek için roman yazmaktan başka çaresi kalmadığını anlayınca 19'uncu yüzyıl Fransa'sını acıklı bir komediye dönüştürüp toplumdan öcünü almaya karar verir.
İnsanlık Komedyası
İçerisinde iki binden fazla karakterin yer aldığı, 100'den çok kitapla kurulan İnsanlık Komedyası adlı bir anıt inşa eder. İyiliklerden çok kötülüklerden bahsedilen, siyasi çalkantılar içerisinde bocalayıp kendisine yol bulmaya çalışan Fransız toplumunun çaresiz gibi gösterildiği kötümser bir yapıttır bu. Eşi görülmemiş bir büyüklüğe sahip olmasına rağmen, tamamlanmamıştır. Planlanan ve yazılmayı bekleyen 50'den fazla kitabı, yazar, tabutunun içine saklamıştır.
Balzac'ın romanlarını okurken kimi zaman farklı sokaklarda ama hep aynı şehirde dolaştığınızı fark edersiniz. Bir romanda tıp öğrencisi olan kahramanımız, diğer romanda doktor olarak çıkabilir karşınıza. Oturduğunuz kafede bulunan, hemen yanınızdaki masada fısıldaşan insanlar, bir diğer romanın kahramanları olup o sırada sizin hakkınızda konuşuyor olabilirler. Bütün romanları okumadan; o güzel ve fettan kadının gerçekte kimi aldattığını ya da sevdiğini anlayamazsınız. Balzac'ın bütün eserleri birleşerek 19'uncu yüzyıl Fransa'sının sosyal tarihini oluşturur.
Bu koleksiyon içindeki en nadide parçalardan biri de On Üçlerin Romanı olarak adlandırılan üçlemedir. İlk kitap Çakalların Başı Ferragus'da karısına güvenmeyen bir kocanın, ikinci kitap Langeais Düşesi'nde kaybettiği sevgilisini arayan genç bir adamın hikâyeleri anlatılır. Serinin son kitabı Altın Gözlü Kız ise ölümle sonuçlanan bir kaçamak hakkındadır.
Balzac'ın romanlarında anlatılan hikâye kadar, hatta daha önemli bir unsur; olayların geçtiği tarihi atmosferin yazar tarafından gözlemlenip yorumlanmasıdır. Bu yüzden kimi tarihçilerin dile getirdiği 'Fransa'yı anlamak için Balzac okumak gerekir,' görüşü abartılı değil.
Balzac, doğabilimci Linnaeus'un izinden giderek insanlığı birbiriyle bağlantılı varlıkların bütünü olarak gördü. Bu yüzden romanlarında Fransız toplumunu sınıflandırmayı görev edindi. Altın Gözlü Kız bu sınıflandırmanın en açık biçimde yapıldığı kitaplardan biri.
Fransız Millet Meclisi'ne seçilecek kadar politikayla ilgili olan Balzac, başlarda -ve bu kitabı yazdığı dönemde- koyu bir Napolyon taraftarı idi. Altın Gözlü Kız'da toplumu dört kategoriye ayırdı: Çalışmaktan başka bir şey yapmayan alkolik işçiler, azgın kâr hırsının pençesinde can veren küçük-büyük burjuvalar, üst sınıflara yaranmakla vicdanlı olmak arasında kalmış sanatçılar, para ve eğlence peşinde koşan aristokratlar... Bütün bu katmanları tek tek ele alan Balzac, siyasi değerlendirmelerinde çok haşin davrandı.
Romanda Fransız İhtilali'nin alevlendirdiği cumhuriyetçilik ateşinin küllenmesinden sonra geri gelen krallık (Restorasyon) döneminde gizli bir topluluk çevresinde gelişen aşk olayları ele alınıyor. Romanın karamanları; bütün Paris'i kendisine âşık eden, cemiyetin en yakışıklı erkeği Henry de Marsay ile altın renkli gözlerle taçlandırdığı masum güzelliğiyle bu genci çarpan İspanyol dilberi Paquita'dır. Henri, piyasa yaparken rastladığı bu genç kıza meftun olur. Onu evine kadar takip eder. Uşağı vasıtasıyla araştırma yaptırmak ve gizli mektuplar göndermek de dahil olmak üzere farklı yöntemler kullanarak onu elde etmeye çalışır. Tam muradına erdiğini düşünmeye başlamışken işler umulmadık şekilde değişir.
İki yüzlülük maskeleri
Altın Gözlü Kız'da Balzac, dönemin Parisien gençliğine ve dolayısıyla Fransız toplumuna kokuşmuşluk ve çürümüşlük eleştirisi yöneltiyor. Toplumun bütün katmanlarına yayılan entrikacılığın bu kişilerde sefahat düşkünlüğüne dönüştüğünü gözlemliyor. Bunu yaparken kitaplarının genel atmosferine uygun düşecek şekilde karakterlerini tek bir ihtirasın peşine düşmüş kişiler olarak betimliyor.
"Beyinlerini şişiren zekâyı, arzuları, zehirleri; şekilsiz, acayip yüzlerinin her bir gözeneğinden dışarı verirler; hayır, bunlar yüz değil birer maskedir:
zaaf maskeleri, kudret maskeleri, sefalet maskeleri, ikiyüzlülük maskeleri; hepsi de bir gözü doymazlığın izlerini taşır."
"Paris'te her şey tüter, yanar, parlar, kaynar, alev alır, buharlaşır, söner, yeniden tutuşur, kıvılcımlar saçar, çıtırdar ve kül olur."
"Parisli her şeye aşırı ilgi göstermekten sonunda hiçbir şeyle ilgilenmez olmuştur."
"Bu dünyada hiç yadırganmazsınız ama yokluğunuzu fark eden de çıkmaz."
"Zaman onlara acımaz, zaman bulamazlar, zamanı ellerinden kaçırırlar; zamanı ne uzatabilir ne de kısaltabilirler."
Şimdi, Parislilerin yerine kendimizi koyup yukarıdaki cümleleri yeniden okuyalım.
Ve Balzac'ı ya da klasikleri, tekrar tekrar neden okumamız gerektiğini düşünelim.