Ülkemizdeki sanat çevrelerinde bir sanatçının desteklediği partiyi ve/veya siyasi lideri açıklaması, eğer AK Parti karşıtıysa son derece makul karşılanabiliyor. Örneğin bir sanatçı "Bugün Türkiye'nin AK Parti'den başka umudu yoktur. AK Parti varsa umut da vardır. Bugünkü AK Parti'yi eleştirebilirsiniz, kadro yapısını, mantığını ve kimi söylemlerini beğenmeyebilirsiniz. Yine de bu benim AK Partili olmamı ve bu partiye köklerinden dolayı güvenmemi değiştirmiyor" dese başına gelebilecekleri tahmin etmek hiç de zor değil. Hatta bunun sanat çevreleri tarafından gayet iyi bilinen örnekleri de mevcut.
Burada önemli olan AK Parti'nin iktidarda olması değil çünkü her parti ilanihaye muhalefette kalma iddiasında bulunamaz, bu durum siyasetin doğasına aykırı. Sanat çevrelerinin ki sanat çevresi diye bir şeyin ne kadar sanatla alakalı olduğu ayrı bir tartışma konusudur, AK Parti'ye karşı olmasının temelinde partinin muhafazakâr olduğunu belirtmesi geliyor. Muhafazakârlık denildiğinde bunun Türkiye'ye has bir şey olduğunun aradan geçen bunca zamandan sonra hâlâ belirtilmeye ihtiyaç duyulması da bu anlayışın yaygınlığının ve kavramların batıdan devşirerek alınmasının ve toplumun çok büyük kesiminden kopukluğunun bir nedenidir.
Yazının başında 'Bugün Türkiye'nin AK Parti'den başka umudu yoktur' şeklinde başladığım sözleri Bedri Baykam geçtiğimiz günlerde Sözcü gazetesine verdiği röportajda kullandı. Ve şaşırılmayacağı üzere sanat çevrelerince hiçbir tepkiyle karşılanmadan okundu.
Baykam aynı röportajda Müslümanların çağdaş sanata yaklaşımını bakın hangi sözlerle anlatıyor:
"– Müslümanlar çağdaş sanatı sevemez mi?
– Tabii ki sevebilir, tüketebilir, kafalarındaki şablonlardan bir kurtulabilseler."
Baykam'ın verdiği cevapta üzerinde durduğu üç temel konu var: Sevmek, tüketmek ve şablondan kurtulmak. İlk ikisi gayet anlaşılabilirken keşke Bedri Baykam üçüncü madde hakkında biraz daha açıklayıcı olabilseymiş. Şablonla neyi kast ettiği, ne demek istediğini detaylandırsaymış.
Şahsen Müslümanların çağdaş sanatı sevmediklerine dair bir genellemenin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bu satırları yazan kişi olarak çağdaş sanatı seviyorum, çağdaş sanatın geleneksel, İslami, sanatlarla bağlantılı olanlarını daha da çok seviyorum.
Geçtiğimiz yaz Los Angeles'teki LACMA müzesi, Islamic Art Now (Bugünün İslam Sanatı) isimli bir kalıcı sergi açtı. Sadece bu sergiye bakarak bile İslam ülkelerinde çağdaş sanatın ne kadar ileri düzeyde olduğunu anlamak mümkün. Örneğin Nasser Al Salem'in 'Whoever Obeys Allah' , 'He Will Make For Him A Way Out' adını taşıyan eseri İslami çağdaş sanatın son derece başarılı bir örneği. Sanatçının klasik kûfi yazı formunu kullanarak oluşturduğu üç boyutlu eserine baktığınızda bir labirent görürsünüz ama aynı zamanda eserin adı da olan yazıda; "Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar" yazıyor. Kuran-ı Kerim'in Talak suresinden alınan bu ayetle kullanılan biçim birbirini tamamlıyor. Böylelikle klasik anlayıştaki bir eserden çok daha farklı ama aynı derecede dikkat çekici ve çağdaş bir eser ortaya konuluyor.
Türkiye'de bu şekilde üretilen eserler yok denecek kadar az. Bunun temel nedeni, "sanatçıların kafalarındaki şablondan kurtulamamaları"dır. Sanatçılar toplumun ve/veya toplumun bir kesiminin kafalarındaki şablonlardan kurtulmalarını bekliyorlarsa kendileri de benzer bir yaklaşımda bulunmalı. Yaşadıkları toplumla uyumlu eserler ortaya koymaları gerekir.
Türkiye perdelerini Türk tiyatrosuyla açıyor
Devlet Tiyatroları perdelerini açıyor. Bu sezon daha başlamadan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik'in açıklamaları hayli tartışıldı. "Türkiye perdelerini Türk tiyatrosuyla açıyor" sloganıyla 12 bölgede, 65 sahnede sadece yerli oyunlarla, Türk tiyatrosuyla perdelerini açacaklarını belirten Birecik'in bu sözleri büyük bir dezenformasyonu da beraberinde getirdi. Nice kallavi tiyatro oyuncusu sanki sezon boyunca hiçbir yabancı eserin sahnelenmeyeceği algısını üretmek için var güçleriyle çaba sarf ettiler nedense. Kaldı ki Devlet Tiyatroları'nda, çok iyi sonuç vermemiş olsa da, sezon boyunca sadece yerli oyunların sergilendiği bir sezon olmuştu. Sezon programı açıklandığında tahminen en büyük şaşkınlığı Nobel ödüllü Dario Fo yaşamıştır. Acaba kendisine Türkiye'deki bu durumu yalan yanlış aktaran İtalyanca bilen Türk oyuncu arkadaşına sitemde bulundu mu? Yoksa tek bir kişinin sözüyle açıklamalar yaptığı için hâlâ durumun farkında mı değil?