Seçim sabahı geldiğinde, Mısır darbe medyasının oluşturduğu havanın aksine sandıkların çoğu boştu. Katılımı artırmak amacıyla seçimlerin ikinci günü resmi tatil ilan edilse de bağımsız anket şirketlerinin verilerine göre, iki günde yüzde 10-15 civarı bir katılım gerçekleşmişti. Bunun üzerine oy verme işlemi bir gün daha uzatıldı.
Mısır'da başkent Kahire havaalanından ayrılmak isteyen turistler artık çıkış ücreti olarak 25 Amerikan doları ödeyecekler. Kahire'den Mısır içinde başka bir şehre uçmak içinse hem Mısır vatandaşları hem de yabancılar 4 Amerikan doları ödemek durumundalar.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin resmi sonuçlarının açıklanmasından iki gün sonra 5 Haziran'da Havacılık Bakanlığı'nca alınan ve uygulanıp uygulanmayacağı henüz kesinleşmemiş bu karar, Mısır'ın içinde bulunduğu trajik hali gözler önüne seriyor.
Aslında teması tatil olan bu sayı için Mısır'ın tarihi ve turistik güzelliklerini anlatan bir yazı yazmayı isterdim. Kahire'de Han Halili'den, Sultan Hasan Camii'ne eski Kahire sokakları yürüyüşlerinden, Nil Nehri üzerinde güneyde Asvan kentine dek uzanan eski Mısır'ın görüleceği gemi turlarından ya da Sina Yarımadası'nın güneyindeki Şarm el-Şeyh kıyısı Kızıldeniz'de dalış yapmak gibi güzelliklerden bahsetmek…
Ancak 2013 Haziran'ında yaşanan darbe sonrası özellikle güvenlik nedeniyle Mısır turizmi tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok ülke, vatandaşlarına Mısır'a seyahat etmeme uyarısında bulundu. 2011 devrimi sonrası düşüş gösteren turist sayısı, 2012 yılında ciddi bir toparlanma yaşamış, turizm gelirleri artmıştı. 2013 askeri darbesi ile birlikte turizm gelirleri, devrim öncesi rakamların yarısını bile yakalayamadı. Turizm Bakanı, 2013 yılını modern Mısır tarihinin en kötü turizm yılı olarak açıkladı. 2014 yılının ilk dört ayı rakamlarının ise 2013 yılı aynı döneminin bile gerisinde olduğu görüldü.
Temel gelir kaynaklarından biri turizm olan Mısır'da gelinen bu durum üzücü olmakla birlikte hiç de şaşırtıcı değil. 2011 devriminden sonra ilk kez serbest seçim tecrübesi yaşayan halk ve o tarihe dek siyasi denklemin dışında tutulmuş muhalif hareketler, yaşanan seçim galibiyetlerine rağmen devlet kurumlarının kemikleşmiş yapısı karşısında sistemi açmakta zorlandılar. Ülkenin toparlanması gereken bu süreçte ordu ve yargı başta olmak üzere Mısır'da vesayet sisteminin sürmesi için gerekli altyapılar hazırlandı. Ardından bazı sivil toplum örgütleri ve medya kullanılarak gerçekleştirilen darbe, halk desteği ile popüler bir hareket olarak sunuldu.
#Sayfa#
30 Haziran 2013 tarihinde halkı, Mısır tarihinin demokratik yolla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı -Müslüman Kardeşler'in adayı- olan Muhammed Mursi'nin istifa etmesi için Tahrir meydanına çağıran Temerrüd (Asi) Gençlik Hareketi, yaptıkları kampanya ile birkaç ay içinde Mursi'nin istifası için 30 milyon oy topladıklarını açıklamıştı. 30 Haziran günü Mısır'da sokaklara çıkan gösterici sayısı ise 15 ile 33 milyon arasında değişen rakamlarla verildi.
Ordu, sonradan kuruluş aşamasından itibaren her türlü desteği verdiği ortaya çıkan Temerrüd Hareketi'nin oluşturduğu bu protesto dalgasını iyi kullanarak 3 Temmuz günü Cumhurbaşkanı Mursi'yi darbe ile görevinden azletti ve tutukladı. Yaşananların darbe olmadığı konusunda halkı ve uluslararası toplumu ikna etmek içinse Müslüman Kardeşler'e muhalif oldukları bilinen tanınmış aktivist ve siyasileri, Kıpti Kilisesi'ni ve Ezher Şeyhi ile Selefileri kullandı. Devrim sonrası seçimi kazanmış olan Müslüman Kardeşler'in her aşamada önünü kesmeye çalışan yargıyı temsilen Anayasa Başkanı Adli Mansur geçici Cumhurbaşkanlığı görevine getirildi ve aralarında Batı tarafından da saygı gören Muhammed el-Baradey gibi liberal isimlerin yer alacağı geçici bir yönetim vaat edildi.
Mısır medyasında tam bir iyimserlik havası sürdürülse de 3 Temmuz askeri darbesi vakit kaybetmeden darbenin gerekliliklerini yerine getirmeye başladı. 2012 yılında kabul edilmiş olan yeni anayasa iptal edildi, yerine ordunun seçtiği bir kurul tarafından oluşturulan anayasa, Ocak 2014 yılında yapılan referandumla kabul edildi. Bu darbe anayasası, 2012 anayasasında eleştiriye neden olan maddeleri düzeltme görüntüsü altında temel hak ve özgürlükleri daha da kısıtlamakla kalmayıp, ordu ve yargının bağımsızlığı garanti altına alınıyor iddiasıyla onları dokunulmaz, hesap sorulmaz kıldı.
Hiçbir askeri darbe kansız olmamıştır ve Mısır askeri darbesi de gerçek yüzünü 14 Ağustos 2013 tarihinde gösterdi. 3 Temmuz darbesinin ardından Müslüman Kardeşler başta olmak üzere darbe karşıtları Kahire ve İskenderiye gibi şehirlerde büyük protesto gösterileri başlattılar. Tahrir Meydanı'nın kapatılmış ve darbe yanlıları tarafından kullanılıyor olması nedeniyle darbe karşıtları Kahire'de Rabia Meydanı ile Giza'da Nahda Meydanlarında oturma eylemlerine başladı. Her gün 10 binlerce insanın toplandığı meydanlar kısa süre içinde kamplara dönüştü. Darbe karşıtlığının sembolü haline gelen Rabia Meydanı, insanların ailece gece gündüz ayrılmadıkları barışçıl bir direniş merkezi haline geldi. Darbe rejimi, bu giderek büyüyen ve etkisini artıran barışçıl protestolara tahammül edemedi ve birkaç uyarının ardından 14 Ağustos gecesi tanklar ve keskin nişancılar kullanarak meydanda tam bir katliam gerçekleştirdi. Birkaç saat içinde binlerce insan öldürüldü, yaralananların sığındığı camiler kuşatma altına alındı ve yardım almaları engellendi. Resmi rakamlar ölü sayısını 638 olarak açıklamış olsa da sayının en az 2000 olduğu bildirildi.
#Sayfa#
Katliamın ardından, darbeye destek vermiş Muhammed el-Baradey gibi isimler tepki göstererek görevlerinden istifa ettiler ancak artık darbe rejimi idareyi tamamen eline almıştı. Ağustos ayından Kasım ayına kadar ülkede geniş çaplı olağanüstü hâl ilan edildi, gece sokağa çıkma yasakları uygulandı.
Rabia katliamı ile birlikte binlerce Mısırlı tutuklandı. Çoğu hâlâ herhangi bir suçlama ya da yargılama olmadan hapishanelerde tutulmakta. Son rakamlar 3 Temmuz'dan bu yana 41 bin Mısırlının tutuklanmış olduğunu gösteriyor. Darbe rejimi aynı zamanda aralarında ABD, Kanada gibi ülkelerin vatandaşları da olan aktivist ve gazetecileri de parmaklıklar arkasına gönderdi. Son olarak; tek bir yargıç, iki ayrı davada, tutuklu başına birkaç dakika yargılama süresi bile verilmeden açıklanan kararlar neticesinde aralarında Müslüman Kardeşler Mürşidi Muhammed Bedii'nin de bulunduğu binden fazla insanı idama mahkûm etti.
Yargı, darbe rejimi çatısı altında görevini bu şekilde yerine getirirken, ordu ve Mübarek döneminde halkın nefretini kazanmış olan güvenlik güçleri de Mübarek dönemi düzenine geri döndüler. ABD'nin Bush dönemini anımsatan bir dil ile Mısır'da terörizme karşı savaş ilan edilerek, rejime karşı olan her kesim baskı ve şiddet yoluyla susturulmaya çalışıldı. Yaşanan onca katliam, tutuklama ve kışkırtmaya rağmen Müslüman Kardeşler silahlı, şiddet içeren mücadeleden uzak durmuş olsalar da bazı farklı gruplar fırsattan istifade ederek Mısır içinde güvenliği tehdit eder hâle geldiler.
Güvenlik konusunun en sorunlu olduğu bölge Sina Yarımadası oldu. 1967'de Altı Gün Savaşı'nda İsrail'e kaybedilen bu topraklar, 1979 yılında yapılan Mısır-İsrail anlaşması ile yeniden Mısır topraklarına katılmıştı ancak anlaşma gereği Mısır'ın bölgede ordu bulundurması yasaktı. Nüfusu çoğunlukla Bedevi aşiretlerden oluşan bölge, Mısır'da her zaman hükümetlerin yatırım ve gelişim konusunda son sırasında yer aldı. Turizm bölgesi olan güney Sina ise bölge halkından soyutlandı ve buradan elde edilen gelirler bölgeye yansımadı. Kuzeyde Gazze'ye sınır olan bölge, İsrail'in Gazze ablukasıyla birlikte Gazze'ye açılan yüzlerce tünel ile kaçakçılık merkezi haline geldi. Devrim sonrası bölgede güvenliği sağlayan polis güçlerinin geri çekilmesiyle birlikte Sina'nın Libya'dan gelen silahlarla donanan yasa dışı örgütlerin merkezi haline gelmesi uzun sürmedi. İsrail bu güvenlik tehdidi karşısında Mısır ordusunun Sina'da operasyon yapmasına izin verdi. Cumhurbaşkanı Mursi döneminde bölge, Gazze'ye giriş-çıkışların rahatlatılması ve Bedevi liderler ile kurulan ilişkiler sayesinde göreceli de olsa istikrarlı bir hal almıştı. Ancak darbe sonrası ordunun, terörizme karşı savaş iddiası ile sivil halk ayrımı yapmadan düzenlediği operasyonlar, Sina'yı neredeyse bir iç savaş görüntüsüne bürüdü. Medyanın sağlıklı haberler iletmesinin son derece güç olduğu bölgede sokağa çıkma yasakları hâlâ sürmekte, telefon ve internet bağlantıları darbe rejimi tarafından sıklıkla kesilmekte ve güvenlik nedeniyle okullar kapalı tutulmaktadır.
#Sayfa#
Batı 'darbe' demekten kaçındı
Darbe ile birlikte yaşanan bunca felakete rağmen uluslararası toplumun darbe rejimine tepkisi utanç verici oldu. Körfez ülkeleri ve Rusya'nın açıkça destek verdiği darbe için Batı da 'darbe' kelimesini bile kullanamayan basit kınama mesajları vermekle yetindi ve darbe liderleri ile bağlantı kurmaktan çekinmedi.
Mısır içinde, darbenin propaganda makinesi haline dönüşmüş medya kuruluşlarıyla bir zafer algısı üreten darbe rejimi, uluslararası toplumun da açık desteğinin ve herhangi bir tepkiden sakınan tutumunun verdiği rahatlıkla Mayıs ayı sonunda Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitti. Darbe ile birlikte ülke yönetimini eline almış olan Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Abdülfettah el-Sisi, çevresinde oluşturulan 'ülkenin kurtarıcısı ve tek ümidi' kültü ile sonucu belli bir seçimin baş aktörü oldu.
26-27 Mayıs tarihleri arasında planlanan seçimlerde el-Sisi'nin karşısına rakip olarak, sadece 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üçüncü olmuş Hamdin Sabbahi çıktı. Sabbahi'nin kampanya yapmasının önüne geçilerek bu seçimlerin Mübarek dönemi seçimlerinden farklı olmayacağının işaretleri verildi. Seçim sabahı geldiğinde Mısır darbe medyasının oluşturduğu havanın aksine sandıkların çoğu boştu. Katılımı artırmak amacıyla seçimlerin ikinci günü resmi tatil ilan edilse de bağımsız anket şirketlerinin verilerine göre, iki günde yüzde 10-15 civarı bir katılım gerçekleşmişti. Bunun üzerine oy verme işlemi bir gün daha uzatıldı. 3 Haziran'da açıklanan resmi sonuçlara göre katılım oranı yüzde 47,5 olarak gerçekleşti ve el-Sisi oyların yüzde 96,91'ini aldı. Darbe rejiminin seçimlerin meşruiyeti için katılım oranına son derece önem verdiği görülse de, verilen bu rakamların doğruluğunu teyit etmek mümkün değil. Seçimlere gözlemci gönderen AB'nin yaptığı açıklama da eleştiri içermemekle birlikte tatmin edici olmaktan uzak.
Sonuç olarak el-Sisi, sadece Müslüman Kardeşler değil, darbeye başlangıçta destek vermiş olsalar da kendi özgürlükleri de ellerinden alınan diğer muhalif hareketlerin de boykot ettiği, Mübarek döneminden farkı olmayan, sonucu belli bir seçim ile Mısır'ın yeni Cumhurbaşkanı ilan edildi.
#Sayfa#
Zafer ilan etmiş olmakla birlikte, seçim sonuçlarının el-Sisi için sonun başlangıcı anlamına geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Mısır ekonomisinin yapısal sorunları ve devletin kemikleşmiş bürokrasisi ile ordunun ülke üzerindeki tahakkümü, Mısır'da kısa vadede gerekli reformları gerçekleştirmeyi imkânsız kılmaktadır. Medyanın oluşturduğu algı üzerine ise halkın beklentisi, el-Sisi gibi kült haline gelmiş bir figürün mucizeler yaratmasıdır. Seçimler öncesi bu algıyı kırmak üzere bazı açıklamalar yapmış olmasına rağmen el-Sisi, kısa süre içinde özellikle ekonomide gelişme kaydetmediği takdirde popülaritesini kaybedecektir. Hatta seçimler öncesi yapılan bir ankette, el-Sisi'ye genel halk desteğinin şimdiden yüzde 54'e gerilediği görülmüştü.
Darbe sonrası ekonomiyi Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi Körfez ülkelerinden gelen maddi destek ayakta tutmuştur. Ancak seçimler sonrası el-Sisi'yi tebrik eden Suud Kralı, açıklamasında Mısır'a maddi yardım için bir konferans çağrısı yaparak bu yardımın sonsuza dek sürmeyeceğinin işaretlerini vermiştir. Çin'in 1989 yılında Tiananmen Meydanı'nda öğrenci protestolarını tank ve keskin nişancıları kullanarak dağıtması ve 241 sivili öldürmesinin 25. yılını anan Batı demokrasileri de Rabia Meydanı'nda binlerce sivilin öldürülmesi emrini veren el-Sisi'yi tebrik ederek tarihi bir utanca imza atmışlardır. Ancak sözünü ettikleri birlikte çalışma ve destek vaatlerinin Mısır halkına ne denli fayda sağlayacağı tartışma konusudur. Yaz aylarında aşırı sıcak etkisiyle artan enerji ihtiyacını karşılama konusunda da darbeye kadar destek sağlayan Katar'ın darbe rejimi tarafından düşman ilan edilmesi, yeni dönemde el-Sisi'yi ayrıca zora sokacak bir durumdur. Mursi'nin istifası için sokağa çıkan halkın, kötüleşmeye devam eden şartlar altında el-Sisi için de sokağa çıkmayacağının garantisi yok. Burada yaşanabilecek tek fark, ordunun el-Sisi'nin arkasında durması olur. Ancak Mübarek örneğinde olduğu gibi ordu, çıkarlarını korumak adına kendi içinden gelmesine rağmen Mısır'daki vesayet düzenini tehlikeye sokan isimleri harcamaktan çekinmeyecektir.
2010 yılı itibariyle bölgeyi saran devrim dalgalarının önüne en büyük setin çekildiği Mısır'da, vesayet sisteminin eskisinden daha da güçlü şekilde geri dönmesi, diğer ülkelerin otoriter rejimleri için de öğretici olmuştur. Devrimler sonucu bu rejimlerin yerine gelen demokratik hareketlerin uluslararası sistemin alışmış oluğu istikrar için -kendi halklarının lehine olsa da– bir tehdit olarak algılanması, devrim karşıtı güçlerin geri dönmesine açık ya da üstü kapalı destek sağlamıştır. El-Sisi gibi isimlerin bir süre daha siyaset sahnesinde yer almasını sağlayacak yegâne gerçeklik de budur. Ancak kısa ve çalkantılı olmakla birlikte kaderlerini kendi ellerine alma fırsatına kavuşmuş halkları eski düzene döndürmek kolay olmayacaktır.