Ülkemin kaderini değiştiren üniformasız, silahsız kahramanlar
21'inci yüzyılın hızlı temposuna, sanal dünyasına kapılıp nasıl da gizlemişiz içimizdeki gücü, cesareti, vatan sevdasını. Yıllarca kahramanlık destanlarımızın Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda noktalandığını sanmışız. Sanki unutur olmuşuz şehit oğlu şehit olduğumuzu. Nasıl da yabancılaşmışız kendimize. Ta ki, bir yaz gecesine kadar…
Yıl 2016, ılık bir temmuz gecesi, günlerden cuma. Gençler eğlenmeye çıkmışlar. Aileler parkları, restoranları doldurmuş. Kimimiz akşam sofralarımızdan yeni kalkmış, balkonlarımızda, bahçelerimizde çayımızı yudumlamaya başlamışız. Sanki birileri bu mutluluğu bize çok görüyor. Bu sakin yaz gecesi, gelen bazı haberlerle değişmeye başlıyor. Bir telaş, merak ve sıkıntı kaplıyor ülkeyi. Telefon zincirleri kuruluyor, herkes bildiklerini birbirine anlatıyor. Gazeteler, televizyonlar bile şaşkın.
Boğaziçi Köprüsü'nde bir şeyler oluyor. Asker köprüyü kesmiş. O yıl, terörle en sıkıntılı dönemlerimizden birini yaşıyoruz. Önemli bir bilgi alındı herhalde ki, asker köprüyü tutuyor diye düşünüyoruz önce fakat yanılıyoruz galiba. Ankara'dan haberler yağmaya başlıyor. Uçaklar alçak uçuş yaparak dehşet saçıyorlar başkentte. Yok yok, bir şeylerin ters gittiği belli. Yıllar öncesinde olsa hemen anlardık ama şimdi anlayamıyoruz ne olduğunu. Unutmuşuz artık darbeleri, kanlı ihtilalleri. Artık olmaz sanıyoruz.
Benim güzel halkım, çok zaman geçmeden atıyor üzerinden şaşkınlığı. Camilerden ezanlar ve salâ sesleri yükseliyor, "uyumayın" deniliyor. Cumhurbaşkanı samimiyetle halkı meydanlara çağırıp direnmeye davet ediyor. Başbakan bulabildiği her yerden telefonla televizyon kanallarına bağlanıyor ve halka güç, moral veriyor. "Biz seçilmiş, meşru hükümet olarak buradayız" diyor. İstanbul semaları savaş uçaklarının korkunç sesleriyle tanışıyor. Biz savaş görmeyen, savaşı yaşamayan nesilleriz. Yaşadıklarımız bir Hollywood prodüksiyonundan farksız geliyor. Dev helikopterler, binaları sıyırarak geçiyor. Ankara bombalar altında. Tepeden uçaklarla halkı korkutacağını sanan gafiller, meclisi, özel harekât binasını bombalıyor, ülkelerine karşı bir ihanet çemberi oluşturup delicesine her yere saldırıyorlar. Fakat hesaba katmadıkları bir şeyler oluyor darbecilerin. Sosyal medya ve cep telefonları bu kez hayırlı bir iş için kullanılıyor. Belediyeler hemen araçlarını çıkarıp tankların yollarını kapatıyor, askeri bölgelerdeki hava alanlarının pistlerini kullanılamaz hale getiriyorlar.
Biz ölene kadar yerimize başkaları gelir
Kurtuluş Savaşı yıllarında sessizce işgale boyun eğen ve beş yıl düşman çizmeleri altında yaşayan İstanbul ise artık farklı. İstanbul, artık Anadolu yiğitleri ile dolu ve İstanbul artık o zarif İstanbullulara değil, Anadolu'ya emanet. Ve sokağa çıkıyor İstanbul… Sokağa çıkıyor Ankara, sokağa çıkıyor Anadolu… Türkiye'nin dört bir yanı üniformasız, silahsız kahramanlarla dolu. "Direnelim, biz ölene kadar yerimize başkaları gelir" diyen Çanakkale kahramanları gibi her biri.
Camilerden yükselen salâ seslerinden aldığı güçle silahların karşısında duruyor yiğitler. Memleket sevdası ile yollara düşen helal süt emmiş her yaşta insan… Dükkânını kapatan, evinde anasına babasına veda eden binlerce delikanlı bir merkez belirleyip koşarak gidiyor oraya. Kimi köprüye, kimi Başbakanlık'ın önüne, kimi televizyon kanallarına… Anadolu'da, valilikler önündeki meydanları hınca hınç dolduruyorlar. Aralarında tarif edilemez bir örgütlenme var. "Burada biz azız" diyenlere takviye kuvvetler geliyor çok kısa sürede. Hepsi sivil, hepsi silahsız. Ellerinde al bayrakları ile yollardalar. Bizim gençlerimiz, bizim çocuklarımız, bizim insanımız safları sıklaştırıyor.
Ambulans sesleri çığlık çığlığa gökleri yarıyor. İşgalcilerden; "Gördüğünüz her mavi ışığı vurun" emri geliyor ama sağlık çalışanları, doktorundan şoförüne kadar korkusuzca her yere yetişmeye çabalıyor. Onlar da birer kahraman olmuşlar, kanlar içindeki beyaz elbiseleri içinde.
Acil servisler yaralılar ve şehitlerle dolu. Delikanlılığa yeni adım atan ve henüz yaşayacak çok şeyi olan şehitler! Umutları da onlarla birlikte yok olmuş. Gencecik güzel yüzleri ile kadın, erkek, çocuk, ihtiyar şehadete yürümüşler. Üniformasızlar, üstelik silahları da yok.
Yaşamayı aşkla seven bir millet
Ölüme korkmadan yürürken bu dünyanın geçici olduğunu bilip gülmeyi de unutmayan milletimiz… Beş dakikada tank kullanmayı öğrenen ve bunu da telefon kamerasına çekip arkadaşlarına göndermeyi ihmal etmeyen Nasrettin Hoca'nın torunları… Şehitlerine gözyaşı döktükten hemen sonrasında meydanlarda toplanıp; "Biz varız, biz bu memleketin bekçileriyiz" diyebilen insanlarımız… Kucakta çocuklar, ellerde, başlarda, sırtlarda gururla taşınan bayraklar…
Ne kadar özlemişiz "millet" olmayı! Hep birlikte meydanlara çıkmayı, görüşlerimiz farklı olsa da aynı bayrağın altında toplanmayı. Nasıl özlemişiz milyonlarca insan tek yürek olup, "Bu vatan, bu topraklar bizim" demeyi.
Siz sonradan bu büyük kahramanlık destanını küçümsemeye çalışan alçaklara sakın kulak vermeyin. Onlar her zaman vardı Anadolu topraklarında. Kurtuluş Savaşı'nda da sonrasında da bu ülkeye nifak sokmak için dışardan yönetilen kuklalar ordusu her zaman aramızdaydı ve her zaman da olacaklar. Çünkü pasta çok büyük, pasta Türkiye, paylaşılacak topraklar Anadolu toprakları. Burası çökerse önce Ortadoğu, ardından Asya'ya giden yol kolayca açılacak ve Batı, bitmeyen iştahı ile yürüyüp kaybolmaya başlayan zenginliğini toparlamaya çalışacak. Bu onların asırlardır değişmeyen düşü.
Artık devlet, millet içindir
Çok şükür 15 Temmuz gecesi İstanbul'daydım. O korkunç geceyi milyonlarla birlikte yaşadım. Gece yarısından sonra kalabalıkların arasına karıştım. Kahramanları yakından tanıdım. Birkaç gün sonra kıpkırmızı bayraklarla süslenen ve 17 şehit veren Gazi Çengelköy'deki esnafın o geceki direniş hikâyelerini dinledim. Bir akşam vakti Taksim Meydanı'nda İstanbul şehitleri için hazırlanan listenin önünde uzun uzun durdum, gencecik insanların fotoğraflarına bakıp gurur ve hüzünle gözlerimden yaşların dökülmesine mâni olamadım. Bir AVM girişinde iki güvenlik görevlisinin o geceyi anlattıkları kahramanlık anılarına kulak misafiri oldum.
15 Temmuz gecesi ve sonrasında bin yıldır birlikte olduğumuz bu bereketli ve şehit kanıyla sulanan kutsal topraklarda yaşamaktan bir kez daha gurur duydum. 16 Temmuz sabahı devletin milleti dönemini bitirip milletin devleti dönemini başlatan bu toprağın insanına minnettarım.