Ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz
Ivan Illich'in 'Okulsuz Toplum' tezine sıcak baktığınızı biliyoruz. Nedir bu okulsuz toplum? Uygulanabilirliği ne kadar mümkündür?
Ivan Illich'in Okulsuz Toplum'u etkili bir modernizm eleştirisidir. Biliyorsunuz benzer bir eleştiriyi modern tıbba ve hatta otoyollara da getirir. Eser, insanların tartışılamaz ve eleştirilemez kılınan kurumların çizdiği çerçeveye ve bu çerçevenin onları 'organik' bir yaşamdan koparmasına esaslı itirazlar içerir. Illich'in derin meseleleri tartışırken tutunduğu 'radikal' tutumun, bizde de Batı kaynaklı kurumlarla ve sistemlerle derdi olanlar arasında rağbet gördüğünü söyleyebilirim. Okulsuz toplum ise, dikkat buyurulsun, bir kurum olarak okulun insanların bütün yaşamlarını etkileyen ve kurulmak istenen kapital kaynaklı ekosistemin bir payandası haline getirilmesini tartışır. Kurumsallaştırılmış okul anlayışına, okul merkezli eğitimin zorunlu ve alternatifsiz kabul edilmesine karşı çıkar ve fakat eğitimi büsbütün dışlamaz. Eğitimin okul dışında da pekâlâ mümkün olabileceğini düşündürtür. 'Okul' meselesi üzerinde bir tartışma yolu açmak ister. Bu açıdan Illich'in okulların, geleneksel eğitim yollarını dışlayarak, onların da yerine geçmesine karşı çıktığını söyleyebiliriz. Illich biliyorsunuz koyu Katolik bir teologdur ve Kilise'nin yerine okulun ikame edilmesi de eleştiri sebeplerinden birisidir. Okul 'her şey' değildir. Geleneksel değerler; sokak, şehir, dinî merkezler; sosyal iletişim imkânları da bir eğitim imkânı ve vasatıdır. Okul, bütün imkânları destekleyen, bütün bunlardan ilham alan bir eğitim anlayışıyla hareket etmelidir. Bu cümleyle sınırlı olmak kaydıyla Illich'le aynı zeminde buluştuğumuzu söyleyebilirim.
Türkiye'de zorunlu eğitimi bitiren bir öğrenci nasıl bir birey oluyor? Neleri hedefliyorsunuz? Nasıl bir insan tipi yetiştirmek idealimiz var? Vizyoner, tartışmacı, idealist, üretken?
Her şeyden önce, eğitimimizin normalleşme sürecinin yeni yeni sağlandığını hatırlatmak isterim. Ara dönemlerde, darbe dönemlerinde eğitim politikaları, tamamen eğitim dışı ve eğitim kaidelerine aykırı saiklerle belirlendi. Zorlama kararlar alındı. Eğitimin kendine mahsus dinamiklerinin harekete geçirilmesi ancak şimdilerde mümkün hale gelmeye başlamıştır. Düşünün ki, sekiz yıllık 'kesintisiz' eğitim gibi garipliklere, bazı okullara ideolojik sebeplerle uygulanan katsayı eşitsizliklerine, kıyafet şekilleri üzerinden geliştirilen ayrımcılıklara son veren kanunların mürekkebi kurumadı.
Sorunuzun eğitimin bütün kurumlarını, kurallarını ve bileşenlerini ilgilendiren yönleri var. Öğretmen yetiştirmeyi de yakından ilgilendiriyor. Malumunuz eğitim bir süreci ifade ediyor. Son uygulamalarla, iyice demokratikleşen ve özgürleşen eğitim ortamlarımızın doğru mecraya akmaya başladığını söyleyebilirim. Türkiye'nin uluslararası planda aldığı mesafeye ve bundan sonra yürüyeceği yola uygun; özgüveni yüksek, cesur, girişimci; insani ve kadim değerlerden beslenen, evrensel çapta kapsamlı düşünebilirken, asrın bilgisi ve ülkesinin müktesebatıyla donanmış bireylere ihtiyaç duyduğumuz çok açık. Bilgi hamallığının ve tek tipleştirici ezber mantığının artık geride kalmasını arzu ediyoruz. Aldıkları eğitimin, öğrencilerimizin duruşuna yansıması lazım. Yunus'un ifadesiyle "kendini bilme"ye götüren bir ilim anlayışı… Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütün enerjisini bu amaca matuf kullandığını ve buna uygun politikaları bir bir hayata geçirdiğini söyleyebilirim.
Bütün bu söylediklerinizi ezberci, aşırı milliyetçi, dünyaya kapalı, deskriptif olarak tanımlayabileceğimiz eğitim sistemimizdeki içerik ile nasıl başaracağız? İçerik hakkında son zamanlarda düzenlemeler yapılıyor, neler yapmak gerekir?
Sorunuzun daha çok 'eski durum'dan kaynaklanan endişeler ve itirazlarla yüklü olduğunu söylemeliyim. Ders müfredatı yenilendi, yenileniyor! Ders seçimleri, merkezi anlayıştan ve dayatmadan uzak, çoğulculuğa imkân veren bir anlayışla yapılıyor artık. Seçmeli ders havuzunu incelemenizi öneririm. Soruda getirdiğiniz bütün tanımların bundan on iki, on üç yıl öncesinin anlayışını özetlediğini zannediyorum. Eğitimin zor, karmaşık ve birbirini etkileyen süreçlerden oluştuğunu biliyoruz. Bugün için çok parlak gelen bir uygulamanın, bir eğitim politikasının, daha hayata geçirilme safhasında eskidiğini veya ihtiyacı karşılayamaz olduğunu görmeniz mümkün.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitimde alt yapı konusuna içerikten daha çok mu önem veriyor? İkisi arasında nasıl bir denge var?
İkisinin eş zamanlı olarak devam etmesi gerektiğini söylememi istiyorsanız söyleyeyim: Evet eğitime muhteva kazandırmak en az alt yapı kadar önemlidir. Biz son on iki yılda bütün cumhuriyet tarihinde yapılan kadar derslik inşa ettik. Bazı bölgeler dışında sınıf mevcudu ortalamalarının otuzların altına düştüğünü bu sayede görebildik. 'Kalabalık sınıflar' dikkat ederseniz eğitimin gündeminden düştü. Ülkenin her yerinde, şu anda bile binlerce dersliğin inşa halinde olduğunu söyleyeyim. Bu bir zorunluluk. Eğitim ile mekân arasında sıkı bir bağ vardır. Çocuklarımızı nitelikli binalarda okutmak, yeteri kadar dersliği hazırlamak ve eğitime açmak bizim görevimiz. Bununla beraber öğretmenlerimizi çok iyi yetiştirmeli; onlara uzun yıllar şevkle görev yapma ve kendilerini yenileyerek yollarına devam etme imkânı sunmalı, ders dışı eğitim çalışmalarını da zenginleştirmeliyiz. Zarfın değerini mazruf belirler. Değişen programlar, demokratikleştirme çalışmaları, Eğitim Bilişim Ağımızdaki zenginleştirmeler… Yeter mi, hayır. Ama ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. Bunun için hevesle çalışmaya devam edeceğiz.
Ülkemizde eğitim alanında 11 yılda 13 değişiklik yapıldı. Bu değişiklikler öğrencilerin motivasyonunu ciddi anlamda düşürmekle birlikte başarı oranlarını da etkiliyor. Bu değişiklere ne zaman son verilecek?
Daha önce de söyledim: eğitim zor bir süreç. Yaptığınız bir çalışma, getirdiğiniz bir uygulama daha plan aşamasındayken eskiyebilir. Ömrü kısa olabilir; belki olmalıdır. İnsan ilişkileri hızla değişiyor ve bu doğal olarak eğitime yansıyor. 2000'li yıllara girerken eğitime ilişkin olarak ileri sürülen ne kadar parlak fikir varsa tamamına yakınının eskidiğini görebilirsiniz. Tepegöz, projeksiyon, ilk bilgisayarlar 'mucize' birer cihaz gibi kabul ediliyordu hatırlarsanız. Daha tam yaygınlaşma safhasındayken eskidi. Bu değişkenlik, binalarla ya da araçlarla sınırlı değil. Onu kullanan öznenin yaklaşımları, yönelimleri, bakışı da aynı ölçüde hızlı bir değişim yaşıyor. O nedenle programlar ve nihayetinde sistemler buna ayak uydurmaya çalışıyor. Eğitimde değişikliklerin 'sık' yapıldığı biraz da medya organlarında pişirilen ve gerçeği tam yansıtmayan bir algı veya bir ezber. Böyle yaygın ve alışılmış yanlış anlamaları düzeltmek zaman alabiliyor. Ancak söz konusu eleştirinin daha çok belli bir yaşın üstünde olan ve kalıplaştıran bir eğitim sisteminden geçmiş kişilerde görüldüğünü ifade etmeliyim. Sınavlar, ders seçimleri gibi alanlarda yapılan değişikliklere çocukların daha iyi uyum sağladığını, daha makul karşıladığını söylemek mümkün. Çünkü ne yapıyorsak onların lehine yapıyoruz. Size paradoks gibi gelebilir ama bazen hızımız, yürüyüşümüz, maksadımız değişmesin diye çok şeyi değiştirmek gerekebiliyor. Aksi halde her şeyde geriye düşebiliriz.
Ortaöğretime geçiş sınavı olan TEOG sınav ve yerleştirme sisteminden memnun musunuz?
Elbette. Üstelik öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz ve velilerimiz de memnun. Okuldaki derslere ve öğretmenlerimize hak ettikleri konumu ve değeri kazandıran bir sistem. Uygulama itibariyle de baskıdan ve stresten arındırılmış bir yönteme sahip. Öğrencilerimizin, her dönemde bir yazılı sınavlarını 'merkezi' olarak yapıyoruz. Sorular ders, konu ve kazanım odaklı. Dolayısıyla bilinmezlik, tahmin edilemezlik oranı yok mesabesinde. Bu da öğrencilerimizin ağır şartlar altında kalmasının önüne geçiyor. Ders dışı faaliyetleri, sosyal, bilimsel, sanatsal, sportif etkinlikleri de sürece katmak ve artık testin tekelinden kurtulmak gibi amaçlarımızı da muhafaza ediyoruz. Zaman içinde, bünyeyi yormadan bunları da sağlayabilirsek çok daha iyi olacak.
Okullarda gerçekleştirmeyi planladığınız bir diğer proje de kıyafet serbestisi olmuştu. Bu konu kamuoyunun bazı kesimlerince zengin fakir öğrenci ayrımını görünür kılacağı için tepkilere yol açarken bazı kesimlerce de sivilleşmeye yönelik olumlu bir adım olarak tanımlanmış ve destek görmüştü. Kıyafet serbestisinde son durum nedir, öngörüldüğü gibi sıkıntılar yaşandı mı?
Kıyafet meselesinde tartışmaları aşmış durumdayız. Konuya demokratik bir usul getirdik. Öğrencilerimizin kıyafetini okul-aile birliklerimiz belirliyor. Bu belirlemede öğrencilerimizin de söz hakları var. Dolayısıyla velilerimiz, bulundukları çevreye okulun kurumsal niteliklerine uygun seçimleri yapabiliyorlar. Böylece kıyafet konusunda yeni bir kültür oluştu ve zamanla yerleşecek.
Okul için en önemli kısımlardan biri kütüphane. Biz de dergimizde 'İyi Şeyler Ajandası' ile birçok okulun kütüphane ve kitap eksiği konusunda çalışmalara yer veriyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kütüphane eksiklikleri hususunda çalışması var mı?
Okul kütüphaneleri konusunda arzu edilen yerde olmadığımızı söyleyebilirim. Bunun pek çok sebebi var. Her şeyden önce okullarımızın büyük çoğunluğunun kuruluş tarihi itibariyle yeni olduğunu görmeliyiz. Düşünün ki, en eski sosyal bilimler lisemiz henüz on beş yaşında bile değil. Kütüphane bir birikim meselesidir. Kurulan ve zaman içinde zenginleşerek varlığını devam ettiren bir kurumdur. Tarihi liselerimizin kütüphane konusunda nispeten iyi olmasının sebebi budur. Zengin bir kütüphaneyi okulların temel bileşeni kabul ediyoruz. Üzerinde çalıştığımız projelerle bu alandaki eksikliği gidereceğiz. Burada, çok yönlü ve çocukların da yönelimlerini dikkate alan zenginleştirilmiş kütüphane; z-kütüphane çalışmalarımızı, içinize su serpsin diye, ifade edebilirim. Şimdiye kadar 269 okul kütüphanesini zenginleştirdik. Mesela Erzurum'da 37, Ankara'da 18, İstanbul'da 15 ve Şanlıurfa'da 21 z-kütüphanemiz var. Ayrıca Konya'da Konya Büyükşehir Belediyesi ile yapılan bir protokolle 'Medeniyet Okulları Projesi' kapsamında 100 tane okulumuzun kütüphanesini zenginleştiriyoruz. Yani kütüphane, okuma kültürü ve okul kütüphaneleri konusunda da sistemli bir gelişmeyi sağlayacak çalışmaları başlattık. Bu konuda azla yetinmeyeceğimizin bilinmesini isterim.
Dershanelere alternatif olarak MEB destekli kurslar açıldı. Yeterlilik hususunda öğrenci ve velilerden nasıl geri dönüş alıyorsunuz?
Dershane meselesi etrafında yapılan tartışmaları geride bıraktık. Başlangıçta çekinceleri olan dershanecilerin de dönüşüm sürecine katıldıklarını ve hâlihazırda bakanlığımızla iş birliği içinde bu sürece dâhil olduklarını görüyoruz. Eğitimimiz, okul dışında ve genel eğitim sisteminden bağımsız, kendi kültürünü oluşturmuş, kendi kurallarını koyan ve bütün eğitimi buna uymaya zorlayan bir 'fiili durum'dan arındırıldı. Üniversiteye giriş sınavlarını da doğrudan okullardaki kazanımları ölçen bir yapıya kavuşturuyoruz. Artık bu sınavda okuldaki eğitim esas olacak. Öğretmenlerimizin ve okullarımızın konumu güçlendi, güçlenecek. Buna mukabil, takviye derse ihtiyaç duyan öğrencilerimiz, okul bünyesinde ve tamamen ücretsiz açılacak kurslarda eksikliğini hissettikleri derslere devam edecekler. Bu kurslar dershanelere alternatif değildir; okuldaki eğitimin bir uzantısı, devamıdır. Eğitimin merkezi okullardır ve okullarımızda görev yapan öğretmenlerimiz, 'piyasa' koşullarına göre şekillenmiş oluşumlardan daha başarılı ve daha yeterlidir.
Fatih Projesi'nde nereye gelindi? Bilindiği gibi bu proje büyük ölçüde fiziki alt yapı gerektiriyor. 82 ile aynı kalite ve hızda yayılacak mı?
Fatih Projesi, eğitim tarihimizin en büyük eğitim hamlelerinden biri… Teknolojideki gelişmeleri ve imkânları eğitime entegre eden, eğitim ortamlarımızı ve dersleri zenginleştirme, görünür kılma gibi amaçları olan dev bir proje...
Proje kapsamında bugün itibariyle iki yüz bin dijital tahtanın kurulumu tamamlandı. Bu sayı yılsonunda dört yüz bini geçecek. Sadece bu rakam bile tüm dünyada müthiş bir gelişmedir. Gelişmiş kabul edilen pek çok ülke, eğitim teknolojilerinde henüz arayış safhasındayken, ne yapılacağını tartışırken, bizim bu rakamlara ulaşmamız iftihar vesilesidir. Projenin en önemli bileşenlerinden biri de, bütün dersliklerimizin fiber optik internetle donatılmasıdır. Yüzbinlerce dersliğimiz fiber internet altyapısıyla ve dijital tahtayla donatıldı. Bu aşamadan sonra da tablet bilgisayarlar devreye girecek. Geliştirdiğimiz yazılım sayesinde öğrenci tabletleri, öğretmen tabletiyle ve dijital tahtayla etkileşime geçebilecek ve dersler tablet bilgisayarlar eşliğinde işlenebilecek, öğretmenlerimiz tablet bilgisayar üzerinden ölçme ve değerlendirme yapabilecek. Ayrıca öğrencilerimiz internetin olduğu her yerden tablet bilgisayarlarını kullanarak güvenli ders içeriklerine ulaşabilecek.
Fatih Projesi'nin içerik bölümünü ise Eğitim Bilişim Ağı; EBA üzerinden sürdürüyoruz. EBA şu anda sahip olduğu içerik sayısı, kayıtlı kullanıcı sayısı bakımından dünyanın en büyük elektronik eğitim portallerinden biri; belki de birincisi. Yüz elli bini aşan içerik sayısıyla dev bir platform olan EBA, sürdürülen çalışmalar bittiğinde dünya liderliğini kesinleştirecek. Öğretmenlerimizin de elektronik içerik üretim süreçlerine katılmasıyla, sahip olduğumuz içerik sayısı katlanacak ve Türkiye elektronik içerik ihraç eden, bu alanda dünyanın bütün ülkelerine öncülük eden ülke konumuna yükselecek. Ben herkese EBA'yı dikkatle incelemelerini ve takip etmelerini tavsiye derim.
Sosyal bilimler lisesi, iletişim liseleri, spor liseleri gibi çocukların küçük yaşlardan itibaren bir alana kanalize olmasını sağlayacak liseler açıldı. Bu liselerin açılmasındaki esas gaye neydi? Geldiğimiz noktada bu projenin hedeflediğiniz ideale yönelik karşılığını alabildiniz mi?
Bahsettiğiniz lise türlerinde aldığımız sonuçların ümit verici olduğunu söyleyebilirim. Bizde kötü bir alışkanlık var; ondan müştekiyim. İyi örnekler, ümit verici gelişmeler bizde pek konuşulmaz. Sadece sosyal bilimler liselerinde bile hepimizi sevindirecek, umutlandıracak bir mesafe alındı. Bu okullardaki okuma yazma etkinlikleri çoğu zaman hayranlık uyandıracak seviyede sonuçlar veriyor. Bu okullarda eğitim gören öğrencilerimiz, her yıl kendi aralarında bir öğrenci sempozyumu düzenleyerek bir meseleyi enine boyuna tartışıyorlar. Fanzin hazırlıyor, dergi ve hatta kitap çıkarıyorlar. Tiyatro çalışmaları şaşırtıcı seviyelerde. Yıl boyunca okullarımızda düzenlenen ders dışı etkinlikleri sevindirici düzeyde. TÜBİTAK tarafından desteklenen bilim fuarları var, Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi (METEM) fuarları var. Edebiyatçılarımız, bilim adamlarımız, okullarımız tarafından misafir ediliyor, konferanslar, paneller, şiir günleri yapılıyor. Ama tüm bunlar, tek bir kötü örneğin can sıkıcı bir şekilde manşetlere taşınmasıyla gölgede hatta karanlıkta kalıyor. Ve görmezden gelme kültürünün de etkisiyle, 'hiçbir şey yapılmıyor', 'güzel hiçbir şey olmuyor' algısı yaygınlık kazanıyor. Bu haksızlık ve emin olun öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz bunu hak etmiyor. Güzel sanatlar ve spor liseleri için de aynı şeyleri söyleyebilirim.
Geçen aylarda açılışını yaptığınız Hünkâr Hacı Bektaşi Veli Lisesi kamuoyunda epey bir ses getirdi. Bu lisenin açılmasına nasıl ve neden karar verdiniz? Benzeri tarzda okulların açılması devam edecek mi önümüzdeki süreçte?
Mart ayında temelini attığımız bu lise, özel bir statüyle eğitim yapacak. Evet, ülkemizin zengin bir Alevi-Bektaşi birikimi var ve bu okul, bu birikimin de işlendiği merkezlerden birisi olacak. Sadece ülkemizdeki öğrencilerimizi değil; Orta Asya'dan, Ortadoğu'dan ve Balkanlardan eğitim almak üzere öğrenci alınabilecek. 16 dönüm arazi üzerine inşa edilen okulda; kütüphane, fizik, kimya, biyoloji ve sosyal bilimler derslik ve laboratuvarları, bilgisayar ve yabancı dil laboratuvarları, müzik dersliği, spor salonları, toplantı ve gösteri salonları, kafeterya ve yemekhane olacak. Öğrenci ve öğretmen seçimi ile ders kitaplarının yazımı, Dosteli Vakfı ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ortaklaşa yapılacak.
Çok teşekkür ederiz.
PROF. DR. NABİ AVCI KİMDİR?
Nabi Avcı, 8 Ekim 1953'te Bilecik'te doğdu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi'ni bitirdi. Doktorasını Anadolu Üniversitesi'nde İletişim Bilimleri alanında yaptı.1974 yılında Kültür Bakanlığı'nda memuriyete başladı. Anadolu Üniversitesi'nin kuruluşunda İletişim Bilimleri Fakültesi'nde öğretim görevlisi oldu. Milli Eğitim Bakanlığı ve Başbakanlık Müşavirliği görevlerinde bulundu. Çeşitli ulusal televizyon, dergi ve gazetelerde program yapımcısı, köşe yazarı ve genel yayın danışmanı olarak çalıştı. 2000 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde profesör oldu. 2003'te Başbakan Başmüşavirliği görevine getirildi. TÜBİTAK Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu Üyeliği ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanlığı yaptı. Telif ve tercüme olarak çok sayıda kitabı bulunmaktadır. 24 Ocak 2013 tarihinde yapılan kabine değişikliği sonucu Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirildi. Çok iyi düzeyde İngilizce, orta düzeyde Almanca bilen Avcı, evli ve 5 çocuk babasıdır.