Gittiğimiz her ülkede büyük bir teveccüh ile karşılanıyoruz
TİKA nasıl doğdu, hangi ihtiyaçlara cevap veriyor?
TİKA, aslında 22 yıllık bir kuruluş. Türki Cumhuriyetlerin sorunları ile yakından ilgilendiğini bildiğimiz Turgut Özal, 1992 yılında vefatından evvel son seyahatini Orta Asya'ya yapmıştı.
Özal, seyahatin dönüşünde hükümetten TİKA'nın kurulmasını istiyor ve hızlıca bir kararname çıkıyor fakat maalesef ömrü TİKA'nın kuruluşunu görmeye vefa etmiyor. O dönem, ilk yurtdışı proje koordinasyon ofisimiz Aşkabat'ta açılıyor ve daha sonra diğer Türki Cumhuriyetlerde teşkilatlanmaya başlıyoruz. O zamanların Türkiye'si şimdiki gibi değil, siyasi ve ekonomik çalkantılar yaşanıyor. Adeta kendi kabuğunu kıramamış bir ülkenin kardeşlerine tecrübe aktarmaya çalışması, kendisi yardıma muhtaçken onlara mütevazı sayılabilecek yardımlarda bulunmaya kalkışması gerçekten anlamlı bir adım. Bugün TİKA, Balkanlar, Ortadoğu, Afrika, Asya derken, Latin Amerika, Pasifik, Karayip Topluluğu ülkeleri ile 140 ülkeye ulaştı. Yıllık geliştirdiğimiz proje sayısı 2000'i aştı ve sadece bu yıl ofis sayımızda yüzde 30 artış oldu.
TİKA hangi alanlarda projeler yapıyor?
TİKA, 'bir bebeğin anne karnında başlayıp ölümüne kadar geçen hayat döngüsü içinde, ihtiyaç duyduğu tüm alanlarda' proje geliştirir. Yani doğumhane de kurarız, gasilhane de… TİKA, ihtiyaç olduğu durumlarda bir atın sindirim problemi ile bile ilgilenebilir.
Yaşadığınız böyle bir örnek var mı?
Evet. Şöyle anlatayım, geçtiğimiz yaz Türkmenistan Cumhurbaşkanı'nın özel ilgilendiği gösteri ekibinin atlarını karantina için Türkiye'ye getirmiştik. Bilirsiniz, Türkmen Ahal Teke atları dünyada bilinen nadir bir ırk. Hatta Türkmenistan'da resmî tatil ilan edilip kutlanan bir 'at bayramı' bile var. Hatta bir de Atçılık Bakanlığı var. Biz de bu bakanlık ile bir protokol imzaladık ve TİKA olarak Ahal Teke atlarının ırklarının korunmasına ve uluslararası arenada var olmasına iki üç yıldır katkı vermekteyiz.
Geçen yaz, 20 Ahal Teke atı, uçakla getirilerek otelcilik ve karantina hizmeti verebilen bir at çiftliğine yerleştirildi. Bu atların Roma'daki gösteri yarışmasına katılmasından evvel AB'nin talep etmiş olduğu çok hassas sertifikasyon ve karantina işlemlerine öncülük ettik. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile beraber bu atların takibini yaparken, bir gün bir telefon geldi ve atlardan birinin rahatsızlandığını öğrendik. Birkaç gündür sindirim sorunu yaşadığını, ihtiyacını gideremediğini, muhtemelen bağırsak düğümlenmesi yaşadığını ve acil ameliyata alınması gerektiğini aktardılar. Biz de 'tamam o zaman hemen gereği ne ise yapın' dedik, ama daha sonra işin o kadar basit olmadığını öğrendik. Her türlü masrafı ilgili ülkenin kurumları karşılasa da, emanet ve sorumluluğumuz gereği ameliyat öncesi onayların alınması gerekiyordu. Bu ameliyatı yapabilecek veteriner hekimin bulunup getirilmesi, 4-5 saatlik ameliyat esnasında anbean bilgilerin alınması, konsolosluğa aktarılması derken, en sonunda olumsuz haberin gelmesi ve atı kurtaramadıklarını öğrenmemiz, at ile ilgilenen arkadaşımızın o duygusallıkla ağlaması gibi pek çok detay, o pazar günümüzün gündemi olmuş ve hafızamızda ilginç bir hatıra olarak yerini almıştır. Tabi hikâyenin devamını da anlatalım: Bir eksiğiyle, bu 19 gösteri atı ve adamlarından oluşan takım Roma'ya gitti ve dalında dünya birincisi oldu.
TİKA'nın prestijinin artmasının sebepleri nelerdir, bunun Türkiye'nin yurt dışındaki prestijinin artmasında nasıl bir etkisi oluyor?
Yurt dışında hayata geçen her proje büyük bir teveccüh ile karşılanıyor. Teslim törenleri ya da açılışlara o ülkelerin cumhurbaşkanları, başbakanları ve üst düzey yöneticileri katılıyor. Bayrağımızın dalgalandırıldığı bu törenlerde ülkemize onlarca kez teşekkür ediliyor. Hayata geçen projelerin gizli bir ajandası olmaması, muhatabı kalkınma bürokrasisinin çarklarında boğmadan, sonuç odaklı ve hızlı bir şekilde yapılması da o ülkedeki insanlar nezdinde ülkemize karşı büyük bir sempati oluşturuyor.
TİKA'nın giderek prestijinin artmasında ise doğal olarak pek çok neden bulunabilir.
Belki de şaşırtıcı ve beklenmedik çalışmaların yapılması bunun nedeni olabilir: Afrika'daki Pigmelere yardım yapabilen, ABD'de Oregon'daki yerli Kızılderililerin yerleşim bölgesine su götürebilen, Honduras kahve üreticilerinin ekipman ihtiyacını karşılayabilen, Solomon Adaları'na tıbbi cihazları temin edebilen bir kurum olmanın getirdiği bir cazibe diye düşünülebilir. Moğolistan'ın donmuş göllerinden arazi araçlarıyla Duka Türklerine ulaşıp, Rusya Federasyonu'ndaki Tuva'dan Ren geyiklerini zor şartlarda bulup tren vagonlarında götürebilmek çok normal çalışmalar değildir. Diğer bir neden ise millet olarak güçlü ve güven içinde hissettiren faaliyetler yapmamız olabilir; başkalarına destek olabilme duygusunun halkımızda karşılık bulması; yıllarca bir şeylere muhtaç iken, artık muhtaç olmayıp aksine başka muhtaçların yükünü alabilme hislerinin etkisi de vardır. Bundan daha önemlisi siyasi ve ekonomik istikrar içinde muktedir günlerimizdeki ihtişamımızı, birkaç asır içinde kaybettiklerimizi tekrar son yıllarda geri kazanabilme özgüvenini halkımıza hissettiren bir özelliği var belki de TİKA'nın.
TİKA dünyadaki muadili kuruluşlarla ortak projeler düzenliyor mu?
Elbette. Bu konudaki tecrübemiz ve sahadaki etkinliğimiz muadil kuruluşları da bizimle iş yapmaya sevk ediyor. Bu minvalde, ABD'nin USAID'i, Japonya'nın JICA'sı, Güney Kore'nin KOICA'sı, İslam Kalkınma Bankası, D-8 ve birçok kurum ve kuruluşlarla iş birliği protokolleri imzalanmış, birçok ülkede ortak projeler hayata geçiriyoruz.
TİKA'nın projeleri oluşturulurken bir ülkenin neye ihtiyacı olduğunu nasıl belirliyorsunuz?
Siyaset ve diplomasi trafiğinin bu kadar yoğun olduğu bir ülkede, bırakın yeni proje arayışına girmeyi, devletimize gelen yoğun talepleri TİKA öncelikler sırasına ivedi olarak koyup siyasi iradenin hızına yetişme zorlukları yaşıyor. Başbakanlığa bağlı idari, mali ve teknik bir yığın mevzuatın ve sınırlandırmanın içinde sıra dışı beklentilere cevap vermeye çalışıyoruz. Somali'ye bir kargo uçağını gıda ile doldurup gittiğimizde sanki Hollywood filmi seyrediyor gibiydik, elleri silahlı insanlar arasında karanlık sokaklarda ilerlerken, acaba bu gözümüzün önünde açlık ve susuzluktan birer birer ölen insanlara bir şeyler yapmak için işe nereden başlamalı diye düşüncelere daldık.
Gazze'ye ilk gittiğimde çok yorucu bir günün ardından gece yarısı özel bir toplantı tertip etmişlerdi: 1.7 milyonluk Gazze'nin bütün belediye başkanlarının katıldığı bir toplantıda yüzlerce talep listesi ile karşılaşmıştım. Sanki başka bir ülkenin yardım ajansı başkanı değil de mahalli idarelerden sorumlu bir yetkiliymişim gibi altyapı, üstyapı ve diğer belediyecilik hizmetlerinin yerine getirilmesi talepleriyle adeta bize şu mesaj verilmişti: 100 yıl önce buradan gitmiş olsanız bile buraların sorumluluğu Türkiye'nin omuzlarında.
TİKA'nın bir de restorasyon çalışmaları var. Tarihi mirasımıza sahip çıkılması noktasında neler yapıyorsunuz? Bu restorasyon çalışmalarında nasıl bir yol izliyorsunuz?
Medeniyetimize ait tarihi eserlerin ihya edilmesine önem veriyor ve bunların izlerini sürüyoruz. Ortak kültür varlıklarımızın korunması ve geleceğe aktarılması için çalışıyoruz. Biz bir taraftan bu çaba ile diğer devletlerden gelen talepleri karşılamaya gayret ederken birtakım radikal unsurların da bu tarihi mirası yıktıklarını hep birlikte müşahede ediyoruz. Elbette yaptığımız çalışmalarda bir seçicilik var. Mesela, Kudüs Harem-i Şerif'teki Kubbet-üs-Sahra'nın hilalini beş defa yeniledik. Kırım Bahçesaray'daki Doğu Avrupa'nın en eski eğitim kurumlarından olan Zincirli Medrese'yi dünya kültürüne kazandırdık. Makedonya'nın Kocacık köyünde Gazi Mustafa Kemal'in babasının doğduğu ve yaşadığı evin restorasyonunu da yaptık. Makedonya'daki Mustafa Paşa Camisi, Kosova Prizren'deki Sinan Paşa Camisi, Priştine'deki Fatih Camisi, Karadağ'da Podgorisa'daki Nizam Camisi restorasyonunu gerçekleştirdiğimiz eserlerden sadece bazıları. Bunun yanı sıra Kanuni Sultan Süleyman'ın Zigetvar'da iç organlarının gömülü olduğu türbeyi arıyoruz, Sultan Alpaslan'ın Türkmenistan'daki mezar yerinin araması projesini de sürdürüyoruz. Ve inşallah bu yıl Mimar Sinan'ın Sokullu Mehmet Paşa adına yaptırdığı, İvo Andriç'in eseri ile de anılan Drina köprüsünün restorasyonunu da tamamlayacağız.
En son yaptığınız proje nedir ve şu an hangi projeler üzerinde çalışmaktasınız?
13 Mayıs'ta Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Arnavutluk Cumhurbaşkanı Nişani'nin katılımları ile restore ettiğimiz Preza Kale Camii'nin açılışı gerçekleştirildi. Yine 20 Mayıs'ta Saraybosna'da Hünkâr Camii'ni hizmete açtık. Şu anda Cezayir'de sembol bir yapı olan Keçiova Camii restorasyonu çalışmaları yürüyor. Afganistan'da Mevlana'nın babası Sultan Bahaeddin Veled'in medresesi ile ilgili proje devam ediyor. Filistin Beytüllahim'de Hıristiyanlarca Hz. İsa'nın doğduğu yer olarak kabul edilen 'Yeniden Doğuş' kilisesi restorasyonuna da katkıda bulunacağız.
DR. SERDAR ÇAM KİMDİR?
1966 yılında Ankara'da doğan Dr. Serdar Çam, babasının Dışişleri Bakanlığı'ndaki görevi nedeniyle ilköğrenimini Libya ve Fransa'da, ortaöğrenimini ise Lefkoşa Türk Maarif Koleji'nde tamamladı. ODTÜ Kimya Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra Almanya ve Belçika'da yüksek lisans çalışmalarını yürüttü. Marmara Üniversitesi'nde uluslararası pazarlama dalında doktorasını tamamladı. 2002-2009 arası, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptı. 2009-2011 arası TBMM Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürüttü. 5 Haziran 2011'den beri TİKA Başkanı olarak çalışmalarına devam ediyor.