SANAL DÜNYALARI ÖNCEDEN HABER VEREN BİLİM KURGU ESERLERİ
Snow Crash ve Neuromancer:
Metaverse'i ilk hayal edenler
Metaverse'ü ilk olarak 1990'ların başında Amerikalı yazar Neal Stephenson yazdığı bilim kurgu romanı Snow Crash'de insanların üç boyutlu bir sanal bölgede avatarlar olarak var olduğu ve birbirleriyle iletişim kurduğu ortam için kullanmıştı. Aslında günümüz dijital oyunlarına oldukça benzer bir konseptten bahsediyoruz; sanal olarak üretilmiş gerçeğin aynısı ya da çok daha zenginleştirilmiş hali olan mekânlarda avatarımızla gezmek, çalışmak, alışveriş yapmak ve elbette dinlenmenin mümkün olduğu bir sanal evren, Matrixvari bir ortam, dijital teknolojilerle yetişen bizler için pek yabancı değil. ABD'li bilim kurgu yazarı William Gibson, 1984'te bir bilgisayar korsanının Matrix adı verilen bilgisayar sistemine sızarken yaşadıklarını anlattığı Neuromancer romanında internetin tam karşılığı olarak kullanılan "siber âlem" kavramını ilk kez ortaya atan kişi olarak karşımıza çıkıyor. O dönemin teknolojisi düşünüldüğü zaman abartılı olarak görülen ve eleştirilere maruz kalan bu kavram son yıllarda hayatımızın olağan akışında yer almaya başladı ve oldukça sıradanlaştı.
Ready Player One:
Düpedüz dijital hayat
Ernest Cline'ın distopik bir dünyada geçen başyapıtı Ready Player One (Başlat), ilk kez 2011'de roman olarak yayınlandığında Metaverse daha da popüler hale geldi. Steven Spielberg tarafından 2018'de bir filme uyarlanınca bu ilgi çekici evrenin popülaritesi daha da arttı. 2045'te geçen hikâyede genç kahraman, kendini büyüleyen bir dijital dünyaya adım atarak gerçek hayatındaki kasvetli ortamdan ve bu dünyadaki varlığından kaçmaya çalışır. Filmin kahramanı, bir tür sanal gerçeklik cihazını kafasına takarak insanların birbirleriyle ve çevreleriyle üç boyutlu olarak fiziksel etkileşimde bulunabildiği bir sanal evrene giriş yapar. Filmi izledikten sonra Facebook'un iş planının buradan kopyala-yapıştır olduğunu düşünmeniz oldukça doğal. Mark Zuckerberg'in Metaverse vizyonu birçok yönden filmin vizyonuna benziyor diyebiliriz.
Otherland, Biz, Cesur Yeni Dünya:
Distopik bağlı sanal dünyalar
Öte yandan, 1996'daki Tad Williams dört romandan oluşan serisi Otherland'da kullanılan Metaverse, birbirine bağlı sanal dünyaların gerçek olduğu ve kullanıcının yalnızca bir kez oturum açmasıyla bir anda tüm dünyayla iletişimde olduğu bir evreni tasvir ediyor. Rus edebiyatçı Yevgeni İvanoviç Zamyatin tarafından 1920 yılında kaleme alınan, distopik türün ilk örneklerinden Biz, karanlık bir gelecek öngörüsünde bulunuyor. Burada söz konusu olan karamsarlık, insanlık için olumlu görünen birtakım özelliklerin ardında saklı. Sanal evrenleri o günlerde hayal eden bu roman, dünyaca ünlü Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sına, George Orwell'in 1984'üne, Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451'ine ve çok daha fazlasına ilham olmasıyla biliniyor.
Roman, İntegral denilen yapıyı kurmakla görevli başmühendisin yazdığı günlüklerden oluşuyor. Esasında İntegral, Tek Devlet'in bütün kuralları koyduğu ve onun sureti Velinimet tarafından yönetilen bir makineden ibaret. "Ben" kavramının olmadığı, herkesin tek vücut hareket ederek sadece "Biz" olduğu bu yapıda duyguya ve özgürlüğe asla yer yok. Öyle ki kendilerini bu yönetime teslim eden insanların bir ismi dahi yok, sadece numaraları var. İntegral'de neredeyse her yer cam, her şey şeffaf. İnsanlar koyulan bütün kurallara riayet etmekle yükümlü, zaten hareketleri sürekli olarak sistem tarafından da kontrol ediliyor. Özgürlüklerin kısıtlandığı hatta olmadığı, gelişmiş standartlara rağmen baskıcı ve totaliter bir iktidarda mutlu mesut yaşayanların yanı sıra bu düzenden memnun olmayanların da var olduğu anlatılıyor.
Oasis:
Yapay bir vaha
Web 4.0 ve Metaverse kavramlarının gündelik yaşamımıza neredeyse dâhil ettiğimiz bugünlerde tekrar gündeme gelen Ready Player One, izleyicilere bu konular hakkında bir bakış açısı sunuyor. Sizleri adeta fantastik bir evrene ışınlayacak film, geleceğin son teknoloji ve lüks içinde yansıtıldığı klişe yapımların aksine sanal gerçeklik deneyimini detaylı anlatan konseptiyle geleceğin karmaşıklığını ve içinde barınılamaz bir dünya olacağı olgusunu izleyicilere sunuyor. Yaşanmaz duruma gelecek olan gezegenimizin insanları, yapay bir evren olan OASIS'te hayatın zevkli yönlerini sürdürüyor. Gerçeklerle örtüşme ihtimali olan bir geleceğin kapılarını bizlere açan bu perspektif, günümüzün yansıması niteliğinde diyebiliriz. Filmin sonunda kahramanlar Metaverse'ü canlı tutmaya ama onu insanlıktan çıkaran şeyi ortadan kaldırmaya karar veriyor.
Free Guy:
Gerçek dünya ile sanal arasında savaş
Free Guy ise bizlere "Bir oyun dünyasında yaşasaydık hayat nasıl olurdu?" sorusunun cevabını veriyor. Genç yaşlı hepimiz GTA oyuna aşinayız muhtelemen; GTA benzeri bir evren olan Free City oyununda geçen bu filmde birçok e-oyuncunun da göz ardı ettiği NPC, yani arka plan karakteri olan "Guy", başrol olarak karşımıza çıkıyor. Oyuncu olmayan bir karakterin gözünden izlediğimiz Free Guy, diğer filmlere nazaran oyunlarla kurulan bir Metaverse evreninde,yani bir sanal dünyada geçiyor. Bunları genel olarak oyunlardaki "bot"lar gibi görebiliriz fakat bir kaynak kodu, günümüz dünyasında bile görülmeyen bir yapay zekâyı ortaya çıkarabilir.
Gerçek dünya ve çevrimiçi oyun dünyası arasında yaşanan savaşın anlatıldığı filmdeki en önemli simge olan gözlük, oyuna çevrimiçi katılan oyuncuları simgelerken ona sahip olanlara da birtakım özellikler sunuyor. Guy'ın gözlük kullanmak istemesiyle başlayan macera, yaşanan dünyanın ötesine kapı açılması ile ortaya çıkan yeni ve deneyimlenmemiş bir dünya fikrini besliyor. Son dönemin popüler sanal evren temalı bu filmi önceki nesiller ya da eski filmlere merakı olanlar Lego Movie'ya ya da Truman Show'a benzeteceklerdir.
Avatar:
Yapay bedene bağlanan zihin
James Cameron'ın destansı bilim kurgu filmi Avatar, AR (Artırılmış Gerçeklik) ve VR (Sanal Gerçeklik) teknolojisine ait öğeleri sergilemenin yanı sıra Metaverse deneyimi hakkındafikir veren iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Çıkış tarihi 2009'dan itibaren büyük yankı yaratan Avatar'da aslında hikâye sanal bir evrende değil, yabancı bir gezegende geçiyor. Uzak bir gezegende göreve gönderilen yarı felçli eski asker Jake Sully, gezegenin Na'vi isimli sakinlerini incelemek için görevlendirilir. Na'viler, insan zekâsının ötesinde şeyler yapabilen oldukça gelişmiş bir türdür. Askeri bir şirketin bu sebeple hayata geçirdiği Avatar programı sayesinde Jake'in zihni yapay bir Na'vi bedenine bir avatara bağlanır. Jake, avatarıyla bu yeni dünyayı keşfederken adeta ikinci bir hayatın kapılarını aralamış olur. Avatar'ın çıktığı dönem için bir insanın bilincini başka bir türe taşıyabilmek oldukça ilgi çekici bir teknolojiydi diyebiliriz.
The Matrix:
Simülasyona hapsedilen insan
Hayatımızın sadece bir anında dahi yaşadığımız anın gerçek mi, yoksa bir rüyadan ibaret mi olup olmadığını sorgulamışızdır. Bu nedenle ikinci bir hayatın varlığına, öteki evrende yaşamın olduğuna dair kitaplar yazıldı, filmler çekildi. Ama bunların arasında Matrix serisinden bahsetmeden Metaverse hakkında konuşmanın bir yolunun olmadığını düşüyorum. Alt metninde mistisizm ve felsefeden yararlanan film, insanın simüle edilmiş bir gerçeklikte hapsedildiği siber çılgınlık dünyasında geçiyor. Yapay zekâ tarafından yönetilen Matrix, 21. yüzyıla benzeyen gerçekçi bir uygarlık, insan bilincini sınırlamaya teşvik ederken, yapay zekâ sanal dünyayı insan davranışlarıyla iyileştirmeyi öğrenir.
Saygın bir yazılım şirketinde çalışan Thomas Anderson isimli bir adamın geceleri Neo adıyla hackerlik yapıp Matrix isimli bir simülasyonu araştırarak geçirmesini anlatıyor. Bir gün Trinity ve Morpheus ile tanışan Neo'nun yaşadığı dünyanın aslında bir aldatmacadan ibaret olduğunu öğrenmesiyle
oradan kurtulduğunda başlayan olaylar dizisi Morpheus'un önderliğindeki ekibe katılmasıyla yerini bir dizi maceraya bırakır. Matrix aslında insanların gerçek hayat sanarak zihinlerinde yaşadıklarının farkında olmadığı bir simülasyondur. İnsanoğlu artık kendi Matrix'ini yaratmak istiyordur. Gerçek dünyadan uzak, özgürce yaşayabileceğimizi düşündüğümüz sanal kişiliğimiz ile bir şeyler inşa edip onları yıkabileceğimiz, kripto paralar ile eşyalar satın alabileceğimiz bir meta-evren hayali kuruyor.
Tron:
Dijital bir evrende yaşamak
Aynı isimdeki kültleşmiş bir bilgisayar oyunundan uyarlanan ve Metaverse'ün ilk defa işlendiği filmlerden olan Tron, izleyenleri gelecekte yaşanması mümkün olan bir dijital evrene götürüyor. 1980'lerin ünlü Atari salonları için oyun tasarlayan bir yazılımcı olan Kevin Flynn, çalıştığı şirketten haksız bir şekilde kovulur. Bunun üzerine delil bulmak için şirket sistemine sızmaya çalışan Flynn, güvenlik amacıyla kullanılan yapay zekâ tarafından bir sanal âleme hapsedilir. Bu olaydan 25 yıl sonra babasının kaybolması hakkında araştırma yapmaya başlayan kahramanımız, filmde Metaverse'ün "Tron" olarak isimlendirildiği dünyada babasının izini bulur. Sam'in görevi, yapay zekânın da desteğiyle son derece tehlikeli hale gelmiş ve bu sanal dünyada babasını bulup oradan kurtarmayı başarır. Film tam olarak Metaverse dünyası vaat etmese de içerisinde bazı detaylar size bu evreni anımsatıyor.
Gamer:
Gerçek hayat ile sanalın birleşmesi
Başka bir evrende insanlara istediğini yaptırabilen bir kahramanın hikâyesinin anlatıldığı Gamer'da anlatılan durum Metaverse'e oldukça benzer. 2009'da vizyona giren Gamer, gerçek hayat ile Metaverse'ün birleşmesini çok iyi bir şekilde ele alıyor. Bilindiği üzere yakın bir gelecekte insanları beyinlerine takılan çip ile insan zihnini kontrol etmenin yolu neredeyse keşfedildi. Filmde de bilgisayar programcısı Ken Castle tarafından yaratılan bu teknoloji, kullanıcıların diğer insanları kontrol etmelerini sağlama amacı güdüyor. İnsanlar, para kazanmak için belirli saatler arasında vücutlarını şirkete başkalarının kullanımı için kiralamaya başlar. Daha da ileriye giden şirket, hükümetle anlaşarak ölüm cezası almış mahkûmları da programa dâhil eder. Yaratılan savaş alanında gerçek silahlarla başka oyuncular tarafından kontrol edilen mahkûmlara, eğer 30 karşılaşmadan sağ şekilde ayrılabilirse özgürlüklerini elde edebilecekleri vaat ediliyor. Burada gerçek dünya bir oyun sahnesidir ve gerçek insanları avatarlar temsil eder.
Minority Report:
Karamsar bir gelecek tasviri
Minority Report, filminde olaylar 2054'de Amerika'nın başkenti Washington'da geçiyor. Başında John Anderton'ın bulunduğu Precrime adlı özel yetkili bir polis birliği, teknolojik düzenekler ve psişik kâhinler sayesinde cinayetleri henüz işlenmeden tespit edip önlemektedir. Bu sistem, kâhinler denilen üç adet meta insanın geleceğe dair vizyonlarının işlenmesi prensibine dayalıdır. Ekip üyelerinden Anderton, eski bir gizemli cinayet kaydını bulur ve Precogs Anderton'u potansiyel katil olarak belirler. Bu belirleme sonrası neye uğradığını şaşıran Anderton, meslektaşlarından kaçmaya başlar. Peki, suçu işlemeden suçlu olunabilir mi? Filmdeki iris taramalı kapılar, etkileşimli gazeteler, fütürist araçlar; diğer yandan ise parklarda oynayan çocuklar ve yağmurda şemsiye kullanan insanlar… Klasik ile modernin bu uyumu, seyirciye alışılmışın dışında bir gelecek tasviri de vaat ediyor.
Metaverse ve sanal dünyaları önceden haber veren bilim kurgu eserlerindeki ütopik ve distopik olayların hayatımıza nasıl yerleşeceği ise bir soru işareti.