TÜKETİM KÜLTÜRÜNÜN GEZEGENDE ZARAR VERMEDİĞİ BİR ALAN YOK
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KALICI HALE GELMEK ZORUNDA…
Sanatımın ilk yılları tuval resimleriyle, yağlı boya, akrilik gibi malzemelerin sınırlarını keşfetmeye çalışmakla geçti ama zamanla fark ettiğim bir mesele vardı ki beni çok rahatsız etmeye başlamıştı. Bu çalışmaların belli bir toplumsal kesime hitap eden elitist bir tavrı vardı. Anladım ki çok daha geniş kitleleri sanat ile buluşturmak için farklı çözümler bulmak gerekliydi. Daha sonra insanların günlük hayatta kullandığı ve çok tanıdık objeleri malzeme olarak kullandığım bir proje geliştirdim. "Ready-Re- Made" ismini verdiğim projede kullanım nesnelerini, kasetleri, kaset kapaklarını, eski madeni
paraları, ansiklopedileri, sokağa atılmış pencereleri gibi çok bilindik nesnelerle sanat üretmeye başladım.
Tabii bu da dört beş yıllık bir süreç… O zamanlar her türlü malzemeyi deniyordum; madeni paraları, kasetleri, kumaşları, plastik kelepçeleri… Bu malzemelerden biri de kot (denim) kumaşıydı. Kot, dünyanın her yerindeki insanın; ırk, din, dil fark etmeksizin yaşlı, genç herkesin tanıdığı, kullandığı belki de tek eşyaydı. Ve bu nesne o kadar güzel bir hammadde ki her şeyi nötrlüyor. Yani kot kumaşından bir şey giyen birini gördüğünüz zaman hangi dine mensup olduğunu, ne yaptığını sorgulamazsınız. Malzemenin bu yönünü keşfettikçe, felsefi derinliğini gördükçe inanılmaz heyecanlandım.
"Sürdürülebilir sanat"
Deniz Sağdıç/ Sanatçı
Bu dönemin başlıca konularından olan sürdürülebilirlik, içinde bulunduğumuz zamanın ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını, ekosistem üzerinde olumsuz etki yaratmaksızın ve gelecek nesillerin olanaklarına zarar vermeden karşılamak olarak tanımlanmakta. Kaynakların sınırlı olduğunun bilinmesi esastır. Ayrıca kaynakların kullanılma biçimlerinin uzun vadeli sonuçlarının da akıllıca değerlendirilmesi gerekir. Bu noktada "atık" kavramı çok önemli çünkü tüketimin olduğu yerde atık kaçınılmazdır. Atıkların değerlendirilmesi ise hayati öneme sahip. Atıklar hammadde olarak düşünülürse döngüsel ekonomiye hizmet eder. Bu da tüketimin bir noktada hafiflemesine sebep olur. Atıkların değerlendirilmesi ise "farkındalık" seviyesi ile mümkün. Büyük firmalar kurumsal olarak yasaların da yardımıyla bu bilince sahipler. Eylem olarak da bunu çeşitli faaliyetlerle göstermeye çalışıyorlar. İşte bu noktada dünyada benim öncülüğünü ettiğim "sürdürebilir sanat"la aynı çatı altında buluşarak bir vizyon dahilinde bu faaliyetler sanatsal etkinliklere dönüşebiliyor. Bu durum tüketim aracına dönüşmüyor fakat reklam aracına dönüşerek farkındalığın artmasına neden oluyor. Sanat, bilinçli tüketimin alt yapısını kuruyor.
Bence global tüketim çağında sanat önceden tüketiciye "daha çok tüket, kimlik inşa et ve yeniden al-at" algısı oluşturarak reklam aracı olarak kullanılıyordu. Şimdilerde ise sanat "daha az tüket, bilinçli tüket, tükettiklerini hammadde olarak kullan" söylemleri yaymaya çalışabilir. Benim yaptığım sanat; dönemi, toplumu, bireyi konu alan portrelerle günlük insan tüketimi olan nesnelere farklı bir bakış açısı sunarak yeniden düşünmeye sevk etmek amacını güdüyor. En değersiz nesneler olan çöp poşetleri, plastik atıklar ve nicelerini sanat eserine dönüştürerek bireye "tekrar düşün" sorgulamasını yöneltmeye çalışıyorum. Bizler bugün global anlamda bir tüketim çağında yaşıyoruz fakat dönem olarak farkındalığımızın arttığı süreçlerden geçiyoruz. Tüketim kültürünün gezegende zarar vermediği bir alan yok. Satın aldığımız her şeyin doğada zarara sebep olacak bir unsur olduğunun farkındalığına varmaya başladığımızdan bu yana tüketim nesnelerinin sürdürülebilir nesnelere dönüşmeye başladığı bir döneme geçiş yaptık. Ben zararları konuşmaktan ziyade bu zararlar için neler yapılması noktasında artık konuşma ve eylem biçimimi değiştirdim ve bu konuda da alışkanlık yaratmaya çalışıyorum.
Sürdürebilirlik ilkesi kalıcı hale gelmek zorunda… Bu artık bir seçenek değil, zorunluluk halini almış durumda. Bununfarkındalığı için her meslek, her birey konuşmak/tartışmanın yanı sıra kendi alanında çözüm sağlayacak zorunlu alışkanlıklar geliştirmeli. Ben sanatçı olarak bunu esere dönüştürüyorum. Birmühendis, hukukçu bunu kendi spesifik alanında özelleştirerek analitik çözümler getirmeli. Yani bir tekstil mühendisi üretimini yaptığı kumaşın tüketici/üretici fazlalığının çözümünü ile birlikte ancak yasal olarak üretim yapmalı. Hukuk ise sürdürebilirlikiçin yasaları en iyi şekilde organize etmeli. Ticari her kuruluş ürettiği atığın dönüşümü doğrultusunda ancak ticari faaliyetini organize etmeli. Bu tür uygulamalar mevcut fakat daha ciddiye alınmalı. Her alan kendi içinde bu konunun birincil olduğunu anlamak zorunda... Kaynaklarımız çok sınırlı ve gün geçtikçe azalıyor, gelecek nesillere yetebilecek bir dünya bırakmak zorundayız. Bu yüzden önümüzdeki yüzyılın ana konusu sürdürülebilirlik olmak zorunda.
HER ÜRÜNÜN VE HİZMETİN EKOLOJİK MALİYETİ VAR
Oya Ayman/ Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Strateji Kurulu Üyesi
Günümüzde ihtiyaç kavramı diğer pek çok kavram gibi kişiden kişiye değişen anlamlar ifade ediyor. Temelde ihtiyaç, yaşamımızı sürdürebilmemizi sağlayan hizmet ve metalar olsa da bunlar artık zorunlu ihtiyaç tanımına giriyor. Yani karşılanmadığında fiziksel, mental ya da ruhsal olarak eksiklik hissettiğimiz beslenme, barınma, ısınma, güvenlik, sağlıklı bir çevrede yaşamak gibi temel ihtiyaç olarak tanımlanırken internet, telefon, sanatsal etkinliklere katılma, tatil gibi faaliyetler de bu tanımın içine girebiliyor. İhtiyaçlar zamana, coğrafyaya, kültürel, sosyal ve ekonomik duruma göre farklılıklar gösteriyor. Birileri için temel ihtiyaç olan bir diğeri için lüks olabiliyor. Bazıları bir kap yemek, içecek temiz su ve iyi ısınan bir barınağa sahip olmak için çabalarken, bazıları da belli aralıklarla tatile çıkmaya, evinde bir odasının daha olmasına, daimi sıcak suya, sınırsız internetinin olmasına ihtiyaç duyuyor.
Öte yandan sokakta, markette, metroda, sosyal medyada hemen her yerde algımızı kaplayan mal ve hizmetler birer ihtiyaçmış gibi dayatılıyor. "Bu ev, bu araba sizin hakkınız", "yoksa telefonunuzu değiştirmediniz mi", "sofranızda şu da olsun" gibi pek çok satın almaya motive edici reklam, topluma gerçek ihtiyacı olmayan ürün ve hizmetleri ihtiyaçmış gibi sunuyor. Bütün bu karmaşa içinde insanlar gerçek/ temel/zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamadıklarının farkına bile varamayabiliyor. Öyle ki haftalık market alışverişinden sonra beslenme ihtiyacını karşıladığını düşünen biri, sofrasına koyduğu yiyeceklerin sağlıklı olup olmadığı konusunda fikir sahibi olmayabiliyor. Bu anlamda zorunlu ihtiyaçlarımızı tanımlarken hepsinin başına "sağlıklı", "gerçek" gibi ifadeler koymak zorunda kalıyoruz çünkü artık sadece beslenmeye değil, sağlıklı beslenmeye, sadece barınmaya değil, sağlıklı yapılarda barınmaya, sadece gıdaya erişmeye değil gerçek gıdaya erişmeye ihtiyacımız var.
Günümüzde mutluluk kavramı ihtiyaçlarla birlikte anılıyor. Elbette temel/zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar bundan mutsuzluk duyuyor ama temel/ zorunlu ihtiyaçlarını karşılayanlar da mutlu değil. Tüketim canavarının iştahı öyle kabarmış durumda ki mutluluk da mal ve hizmetler gibi satın alınabilir bir şey gibi sunuluyor. Mutlu olma açlığı ve arzularımızı sürekli tatmin etme ihtiyacı sürekli körükleniyor.
Alışveriş çılgınlığının ve aşırı tüketimin zararı
Cüzdanımızdan para çıktığı anda satın aldığımız ürünün bedelini ödediğimizi zannediyoruz ama aslında ödediğimiz şey sadece para değil! Her ürünün ve hizmetin ekolojik maliyeti var. Kilometrelerce öteden gelen ürünlerin lojistik maliyetleri yakıt masrafından ve karbon salımından çok daha fazla. Tarladan ya da üretim yerinden sofraya gelene kadar gıdaların üçte biri heba oluyor. Üretimde harcanan elektrik ve su miktarını; daha fazla ürün alabilmek adına kullanılan kimyasal ilaç ve gübrenin toprak ile suda yarattığı olumsuz etkileri; yoğun hayvancılıktan kaynaklı metan gazı salınımının neden olduğu iklim değişikliğinin sonucunda yaşanan kuraklık, sel gibi felaketleri düşünmek ihtiyaç dışı tüketimlerin maliyetlerinin farkına varmak için yeterli.
Satın aldığımız ürün, nasıl üretiliyor, hangi şartlarda, nereden geliyor? Arjantin'de üretilmiş bir elmayı ödeyecek paramız olabilir ama onun ulaşım ve karbon salım maliyetleri ile birlikte iklimde yarattığı bedelleri ödeyemeyiz. 1 pamuklu tişört için 2 bin 500 litre, 1 kot pantolon için 10 bin 850 litre ve 1 pamuklu ceket için 10 bin litre civarında su harcanıyor. Yiyeceklerimiz, kıyafetlerimiz, kullandığımız kozmetikler ve daha bir sürü ürünün üretiminde kullanılan kimyasallar, su, enerji ve bütün bu sarfiyatın yarattığı ekolojik etkiyi hesaba kattığımızda çok yüksek bedellerle karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz. İhtiyaçlarımızı yerel ve doğa dostu üretim yapan üreticilerden satın alarak, geri dönüştürerek, sahip olduklarımızın değerini bilerek, ekolojik
maliyetlerin azaltılmasına katkıda bulunabiliriz. Yaptığımız satın alımlarda bütün maliyeti parasal olarak düşünmememiz gerekiyor. Atacağımız her adımda "benim buna gerçekten ihtiyacım var mı?" sorusunu tekrar tekrar sorarak işe başlayabiliriz.
DOĞADA ÇÖPÜN TEK ÜRETİCİSİ İNSAN
Emrah Bilge/ Çöpüne Sahip Çık Vakfı Genel Müdürü
8 milyara ulaşan dünya nüfusununBirleşmiş Milletler'in öngörülerine göre 2050 yılında 9,8 milyar olması bekleniyor. Bildiğimiz üzere nüfusun önemli bölümü çok ciddi bir tüketim halinde ve içinde bulunduğumuz hızlı tüketim dünyasında bu durum sürekli çöp ürettiğimiz anlamına geliyor. TÜİK'in açıkladığı 2020 Atık İstatistikleri'ne göre, Türkiye'de belediyeler yıllık olarak 32,3 milyar ton atık toplamış; bu veri günlük kişi başı 1,13 kg atık ürettiğimiz anlamına geliyor. Ülkemizde geri kazanım oranları artış eğiliminde olsa da bu son verilere göre evsel atığın yüzde 13,2'sini geri kazanabildiğimizi görüyoruz. Bu oran yüzde 20 olan dünya ortalamasının ve yüzde 30 olan OECD ortalamasının da altında.
Öte yandan gezegene olan zararıyla alakalı bazı global verilere göz atacak olursak şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz: Dünyada yılda 2 milyar ton çöp
üretiliyor. Yılda 5 trilyon plastik poşet kullanılıyor ve bir plastik poşetin ortalama kullanım süresi yaklaşık 12 dakika. Oysa doğada yüzlere yıl kalabiliyor. Ambalaj atıkları ve pipet, tek kullanımlık çatal, bardak, tabak, gibi diğer plastik atıkların yüzde 50'si de tek kullanımlık ürünler. Denizdeki atıkların yüzde 80'i kara kaynaklı; yani karada çöpü doğru yere atmadığımızda bu çöpler rüzgârla, nehirlerle denizlere ulaşıyor. Denizlerdeki bu atıkların yüzde 70'i tek kullanımlık plastiklerden oluşuyor. Bugüne kadar yaklaşık 8,3 milyar ton plastik üretildi ve bunun sadece yüzde 12'sini geri dönüşüme gönderebildik. Kalan yüzde 88 halen yeryüzünde duruyor. Ayrıca yılda 6 trilyon sigara izmariti atılıyor. Dolayısıyla hepimizin bu sorumluluğu üstlenip sorunda payımız olduğunu kabullenmemiz, çözümün de ancak bizimle mümkün olduğunu fark etmemiz gerekiyor.
Atmak yerine onarabiliriz
Bu sorunun cevabını 4 kelimeyle ifade edebiliriz: Reddet, azalt, yeniden kullan, geri dönüştür. Burada "reddetmek" bize her pazarlanan şeyi değil, ihtiyacımız olanları tüketmeyi; "azaltmak" ihtiyacımız olduğu kadar tüketmeyi; "yeniden kullanmak" kullanılabilir durumdaki şeyleri yeniden kullanmamızı ya da başkalarına kullandırmamızı ifade ediyor. Bütün bu önlemleri alıp hayat tarzımızı buna uygun hale getirdikten sonra ortaya çıkan
az miktarda çöpü de ayrıştırarak geri dönüşüme yollamamız gerekiyor. Bunları yaptığımızda kalan çöp miktarının ne kadar azaldığını göreceğiz.
Unutmayalım ki doğada çöpün tek üreticisi insan. Bu bahsettiklerimizin aksini yapmak, yani ihtiyacın üzerinde tüketmek, bir şeyin hemen çöp olduğuna karar vermek, düşünmeden gelişigüzel çöp üretmek ve atıvermek en büyük hatamız. Gündelik hayatımızda yapabileceğimiz belli başlı şeyleri sıralayacak olursak; çöpü üretmeye daha satın alırken başladığımız her zaman aklımızda olmalı. Daha az çöp üretmenin sırrı bilinçli tüketmekten geçiyor. Bir şeyi çöpe atmadan önce bir kez daha düşünebilir, kendiniz kullanmaya devam edebilir ya da ihtiyacı olan birine verebiliriz.
Tek kullanımlık ürünler yerine depozitolu ya da yeniden kullanılabilir ürünleri tercih edebilir, hatta hayatımızdan tamamen çıkarabiliriz.
Tüketim bilinci gelişti, gelişmeye de devam ediyor. Bildiğiniz üzere, bu işin mevzuatını Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız hazırlıyor. Ayrıca 2017'nin sonunda başlayan Sıfır Atık Projesi'nin önderliği de Cumhurbaşkanlığı tarafından yürütülüyor. Bu kapsamda, yepyeni düzenlemeler yapıldı ve özellikle ayrıştırma uygulamaları birçok kurum tarafından benimsendi. 2021'de kurulan Çevre Ajansının da önümüzdeki dönemlerde hayata geçirilecek depozito uygulamalarını düzenlemesi bekleniyor. Tüm bu sistemlerin verimli ve doğru çalışması ise biz vatandaşların doğru davranışları
benimsemesine, en başta çevreye çöp atılmamasına ve çöplerin doğru ayrıştırılarak doğru kutulara atılmasına bağlı.
Vakıf, 2015'te çöp sorununa ve bu konudaki farkındalığa odaklanan başka bir sivil toplum kuruluşu da olmadığı için bu alandaki ihtiyacı karşılamak amacıyla kuruldu. Aslında çöpüne sahip çıkmak, bir şeyi edinirken veya satın alırken başlaması gereken bir sorumluluk süreci. İhtiyaç varsa ve ihtiyaç kadar almak, elden çıkaracağımız şeylerin başka bir işimize veya başka birinin işine yarayıp yaramayacağını düşünmek bu sürecin ilk adımları. Devamında elbette gündelik hayatımızda çöp üretimi kaçınılmaz oluyor. Geri dönüştürülebilir olanları geri dönüşüm kutularına atmak ise üretilen çöpün önemli bir miktarının değerlenmesi açısından çok önemli, işte bu kısma da literatürde atık deniyor. Çöpüne Sahip Çık Vakfı olarak biz çöpün azaltılması, doğru yere atılması ve değerlendirilmesi konusunda farkındalık yaratmak ve davranış dönüşümü sağlamak için iletişim ve farkındalık çalışmaları, kampanyalar, saha projeleri, özel ve resmi kurumlarla verimli çözüm önerilerinin geliştirilmesi için iş birlikleri gerçekleştiriyoruz.